Bizim MYK küçük bir alana yayılıyor. Bir odamız stüdyo diğeri de ofis kısmı. Benle birlikte 9 sabit personel olduğundan metrekareye düşen insan sayısı hayli fazla. Yer konusunun sıkıntısını benim masam bile olmayışıyla özetleyebilirim 🙂 Oysa bir Genel Müdür masasına bile razıydım!
Neyse; konu bu değil ama kökeni bu.
Günde en az iki toplantı yapıyorum. Bizim bir toplantı odamız olmadığı için insanların çalışma ortamını bozmamak adına iş toplantılarını genellikle dışarda yapıyorum. Bu konuda iki sabit adresim var: Kanyon Alışveriş Merkezi ve Taksim Gezi Cafe.
Kanyon’un avantajı yiyecek ve içecek adına seçeneklerin çok olması ve ofisimizin bulunduğu Taksim’den metroya atlayıp 10 dakika içinde ulaşabiliyor olmam (İstanbul’a aşina olmayanlar için otomobille bu mesafe ‘normal’ trafik şartlarında 1,5 saatin altında olmaz). Taksim Gezi Cafe’nin özelliğiyse hem yürüme mesafesinde olması, hem de mükemmel bir menüye, İstanbul’un en eli yüzü düzgün, kibar ve işini bilen personeline, güzel bir atmosfere, bedava kablosuz internete ve tarifsiz lezzetlere sahip olması. Bir cafeden daha fazlasını istemek için kötü niyetli olmak gerekir.
Burada menüsünü saymama imkan yok. Çünkü içinde ev yemeklerinden atıştırmalıklara sayfalar dolusu şey var. Şarap menüsü hiç fena sayılmaz. Rakıdan anlamam ama sevenler için olduğunu söyleyeyim. Çok ilginç çay ve kahve çeşitleri de var. Bütün günümü orada geçirebilirim.
Ama, ama, ama…
Acıbadem gibi hassas ve nadir bir tatlı çeşidini daha iyi bulabileceğiniz bir yer var mı bilemiyorum. Genellikle her gittiğimde bir tane atıştırıyorum. Dayanılır gibi değil.
Bugün açacağımız altıncı sitemiz için bir ön projelendirme toplantısı için yine oradaydım (sitelerimiz yahoyt ve televidyon‘dan ibaret değil. Bir kısmı pişti yenmeden önce soğumayı bekliyor, bir kısmının malzemeleri hazırlanıyor). Gelirken ofis heyetine de birer tane alayım hep birlikte yiyelim dedim.
Beğenmeyen olmadı. Ama ben eksik sayım yaptığımdan 8 tane almışım, ben bakınmakla yetindim.
Uzun lafın kısası, yolunuz Taksim’e düşerse, İstiklal’in keşmekeşine dalmadan Gezi’ye bir uğrayın, güzel bir çay için, yanında da acıbadem… Bana da içinizden bir selam edin, belki duyar eşlik etmeye gelirim.
İLGİNÇ BİR NOT: Bu yazıyı yazmaya 22:30 gibi başladım. Sonra stüdyo bölümüne geçtiğimde bir yedek masamız olduğunu fark ettim. Yüzmeye giden Murat da tam o sırada geldi (hayatının hatası). Oturup bana bir masa yaptık. Gece 01:45’te bitti.
Görüşlerinizi paylaşın: