Bill Gates 1995 yılında, henüz 40 yaşında 13 milyar dolara ulaşan servetiyle “Dünyanın En Zengini” unvanını alarak küresel bir fenomene dönüştü. Zirveyi paylaştığı gayrimenkul, finans, kozmetik, medya ve sağlık gibi geleneksel sektörlerin temsilcileri arasında “Teknoloji” başlığıyla bir ilke imza atmıştı. Dahası, bunu o dönem çoğu kişi için hiçbir şey ifade etmeyen “yazılım” adlı bir şey üreterek kazanmıştı. Aynı yıl piyasaya sürülen işletim sistemi “Windows 95”, o zamana kadar pek çok markanın sahiplenmeye çalıştığı “Kişisel Bilgisayar” (PC) kavramını Gates’in şirketi Microsoft ile eşanlamlı hale getirdi. Haberler sürekli “Enformasyon (Malumat) Çağı” diye bir döneme girdiğimizi müjdeliyordu.
Bill Gates yine 1995’te “The Road Ahead” (Önümüzdeki Yol) adlı kitabını yayımladı. Kitap kişisel bilgisayarların teknolojiyi demokratikleştireceğini, internetin yaygınlaşmasının iletişim ve iş yapış şekilleri başta olmak üzere hayatın her ayrıntısını kökten değiştirceğini ve yaşamın hızla dijital platformlara kayacağını öngörüyordu. Daha da ötesine yönelik iddialarını içeren son bölümde üç temel alana dikkat çekiyordu: e-ticaret, sanal gerçeklik ve yapay zeka.
Gates, 2000 yılında Microsoft’un CEO koltuğunu terk ederek Başkan unvanıyla kenara çekildi. Görevi devralan Steve Ballmer ile tam bir fetret devrine giren şirket, 2014’te Satya Nadella ile kimsenin beklemediği bir yükseliş yaşadı. Mobil bilişimde tren çoktan kaçmıştı. Telafiyi Azure platformuyla bulut bilişim alanında sağladı. Yıllarca savaştığı “açık kaynak” ile barışarak bu alanın en büyük oyuncusu oldu. “Ağ Bilgisayarı” vizyonuyla mücadeleyi bırakarak hemen her uygulamasını web tabanlı hale getirdi. Ve nihayet 2019’da sessiz sedasız kurulan Open AI adlı bir yapay zeka girişimine en büyük yatırımla ortak olarak kurucusunun vizyonuna bir adım daha yaklaştı.
Yeni hayallere doğru
OpenAI’ın olaylı CEO’su Sam Altman, 39 yaşında. 2 milyar dolarlık serveti ile en zenginler kulübünün tepelerine bir hayli uzak. Henüz bir kitap da yazmadı. Ancak şu an dünyanın en dönüştürücü teknolojisi olarak kabul edilen yapay zeka alanının lider şirketinin başında. Ve bu hafta blogunda yayımladığı “The Intelligence Age” (Zeka Çağı) başlıklı yazıyla -bir anlamda- sadece kendi şirketinin değil, insanlığın da geleceğine yönelik bir yol haritası çizdi.
Toplumu gelişmiş bir zeka formu olarak tanımlayan Altman, becerilerimizin genetik değişimlerden değil; bu kolektif zekanın tek başına bireylerden çok daha akıllı olmasından dolayı arttığını savunuyor. İnsanlığın tarihi ve toplu birikiminin üstünde yükselen yapay zeka da aynı mantıkla insanlığın toplamından daha büyük bir şeyi ifade edebilme potansiyeline sahip.
Peki bu ne işe yarayacak? Ya da başka bir deyişle, insan(lığ)a ne faydası olacak? Altman’a göre her şirketin son derece yetkin ve uzman yapay zekaları olacak. Yani işin anlık olarak ihtiyaç duyduğu uzmanlıklar anında yapay zeka asistanları tarafından doldurulabilecek. Çocuklarımız istediği her dilde, her konuda ve tamamen kendilerine özel hazırlanmış içeriklerle yapay zekalardan eğitim alabilecek. Benzer şekilde sağlık da teşhisinden tedavisine kadar kişiye özel hale gelecek. İhtiyaçlara yönelik yazılımlar üretmenin yanısıra yine yapay zekalardan oluşacak otonom asistanlar hiç durmadan arkamızı toparlayıp, işlerimizi kotaracak. Yine kendi cümlesiyle: “Yapay zeka, insanlığın şimdiye kadar çözüm bulamadığı sorunlara çare üretecek araçları mümkün kılacak.”
Tebliğ edilen bu çağ kulağa fazlasıyla iyimser geliyor. Altman yazısında tehditleri görmezden gelmese de anlaşılabilir sebeplerden ötürü bardağın dolu tarafına odaklanıyor. İşimizi elimizden alacağından endişe ettiğimiz yapay zekanın tam aksine yeteneklerimizi geliştirerek daha fazla iş olanağı yaratabileceğini savunuyor.
Sam Altman için esas tehdit, yapay zekanın kişisel bilgisayarlar gibi yaygınlaşmasının önündeki iki engel. İlk bariyer algoritmaların eğitimi ve çalışması için gereken bilişim maliyeti. Bunun çözümü yeni nesil çipler ve veri merkezlerinde saklı. İkinci engelse muazzam boyuta varan enerji ihtiyacı.Altman, makul bir maliyete ulaşamaması halinde yapay zekanın sadece zenginlere has bir ayrıcalık olacağına dikkat çekiyor. Sonuna kadar katıldığım bu fikre bir de ekleme yapayım: Altman’ın müjdelediği gelecegin esas riski, insanlığın bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda şirketin iki dudağı arasına sıkıştırma ihtimali.
Nükleer enerji, yapay zeka ile yeniden gündemde

1979 yılında ABD’nin Pennsylvania eyaletindeki “Three Mile Island” nükleer enerji santralinin soğutma sistemindeki bir dizi sorun çekirdeğinin erimesine sebep olmuş ve tesis kapatılmıştı. Radyoaktif sızıntı yaşanmamış olsa da kaza bu alandaki yatırımların uzun süre durmasına yol açmıştı. Three Mile Island, bugünlerde yeniden faaliyete geçmeye hazırlanıyor. Sebebi, yapay zeka sektöründeki gelişmelerin ardından veri merkezlerinde artan beklenmedik enerji talebi.
ABD’de yerleşik veri merkezlerinin elektrik ihtiyacının 2030 yılında 35 gigavat seviyesine ulaşması bekleniyor. Bu, ülkenin o tarihte öngörülen toplam tüketiminin yüzde 9’una denk. 2022 yılında tartışmalı bir şekilde karbon salımına sebep olmayan yeşil (temiz) enerji kaynağı kapsamına alınan nükleer enerji santralleri, birçok ülke gibi ABD’nin de yeni odak noktası.
Hem bulut bilişim hem de yapay zeka alanındaki hamleleriyle dikkat çeken Microsoft, 20 yıllık enerji anlaşması imzaladığı “Constellation” şirketi üzerinden Three Mile Island’ı yeniden faaliyete geçirme kararı aldı. 1,6 milyar dolarlık yatırımla 2028 yılında enerji üretimine başlayacak tesis “Crane Clean Energy Center” adını alacak. Microsoft’un Enerjiden Sorumlu Başkan Yardımcısı Bobby Hollis bu gelişmeyi “negatif karbon stratejisindeki en önemli kilometre taşı” olarak yorumluyor.
Bu alandaki bir diğer önemli oyuncu Amazon da geçtiğimiz Mart ayında yine Pennsylvania’da 650 milyon dolara nükleer enerjiyle çalışan bir veri merkezi satın almıştı.
(27 Eylül 2024 tarihli Oksijen gazetesindeki yazım.)
Görüşlerinizi paylaşın: