Sırt çantamın fermuarı söküldü. İhmal ettiğim binbir dertten biri ama söküldükçe de sökülüyor. Sabah evden çıkarken tam karşımızda bir terzi olduğunu hatırladım. Siz nerede yaşıyorsunuz bilmiyorum ama İstanbul’da artık pek karşınıza çıkan şeylerden değil terzi.
Dükkanın kendisi kadar yaşlı bir amca buyur etti güleryüzle. Güleryüzlü esnaf da kalmadı artık. Çantayı gösterince şöyle bir baktı ve “bunu ben yapamam ama köşede kunduracı var” dedi.
Kunduracı…
Tam çıkarken “ama yine de bakayım” dedi. Gösterdim. Çocuk gibi sevindi. Tamam, yapardı! Sanmıştı ki fermuarı açılmıyor. Açılıyormuş işte.
Siyah bir iplik buldu. Kompresörü açtı. Bir makaraya bir parça ip bağladı, bir deliklerden geçirdi. Oradan buradan sokup çıkarttı ve sonunda iğnenin ucuna getirdi. Çantayı orasından burasından yoklayarak kavradı, hizaya soktu.
Tam o sırada bir yaşlı çift geldi. Ellerinde bir yirmibeşlik iki parça kumaş. Sultan Kumaş’tan almışlar. Beyefendiye pantolon dikilecekmiş. Beyefendi hazır giyemediğinden çocukları sürpriz olsun diye almış. Terzi de sanki babanın haberi yokmuş gibi dikecekmiş. Gülüştüler.
Terzi kumaşı evirdi, çevirdi “bu çok ince bir kumaş, astar da dikmek lazım” dedi. Hanımefendi eşinin kalın pantolon pek sevmediğini söyledi. Adam kendisini tamamen bu hamarat kadına teslim etmiş bir çocuk gibiydi. Yarına yetişsin dediler ama olacak iş değildi. Cepsiz kadın pantolonu olsa hadi neyseydi ama erkek pantolonu en az sekiz saatlik bir işti. Aceleye getirmemek gerekiyordu. Haftaya güzel bir şey yapmaya söz verdi. Teşekkür edip çıktılar.
Tekrar benim çantaya koyuldu. Özenle, sabırla, dakikalarca dikti de dikti. Ben de gözümü dükkanda gezdirmeye başladım.
Duvardaki poşetlerde müşterilerin bıraktığı tadilat işleri asılıydı. Bir müşterinin kendi şirketine ait logolu eski bir saat, birkaç resim, isten hafif kararan duvarlar, artık pek kullanılmadığı belli olan kesim tahtası, kocaman siyah bir dökme makas, iğneler, iplik makaraları, çevirmeli yeşil telefon, birbiriyle uyumsuz ve kimbilir hangi sebepten ıskartaya çıkmış 3 koltuk, çalışmadığı besbelli bir eski küçük televizyon…
Ama her şey tertemiz, terzi amca tıraşlı, ütülü pantalonlu ve hala işine saygılı, müşterilerine sevgili.
Takma dişlerini tamire verdiğinden fazla konuşamadı. “Küçükleri öp benim için” dedi.
Borcumu sordum, utana sıkıla “siftah kabilinden bozukluk varsa verirsiniz bir şeyler” dedi. 5 liram çıktı verdim. Sesini yükseltip itiraz etti. Rica ettim. Elini cebine sokup iki lira para üstü çıkardı, verdi. “Bundan fazla etmez bu iş” dedi. Ne diyeyim bilemedim. Benim için o anın kıymeti çok daha fazlaydı.
O dükkan muhtemelen içindeki bu güzel esnafla birlikte yok olup gidecek. Biz alışveriş merkezlerinde pantalonlarımızı satın aldıktan sonra yemeğimizi yiyene kadar bırakın sesini, yüzünü; yerini bile bilmediğimiz bir bodrum katında çalışan terzide ücretsiz tadil ettiriyor olacağız.
Metroya binmek için sokaklarda çapraz rotalarla dolaşırken beni Teşvikiye Caddesine bağlayacak Hak Pasajı’nın içinde bir başka unutulmaya yüz tutan esnaf türü karşıma çıktı: tuhafiyeci. Çeşit Tuhafiye… Çeşidin lüksten sayıldığı yıllara dair bir gönderme. Çeşidin bollaşması sayesinde o kadar unutmuşuz ki bu esnafı, dayanamamış… Sessizce veda ediyor.
Aklıma kalaycılar, bileyciler, nayloncular, yoğurtçular, macuncular geldi.
Çocuklarımıza anlatacak ve gözlerinde canlandırmaları gerekecek çok anımız olacak.
Görüşlerinizi paylaşın: