Sosyal medyanın en büyük getirilerinden biri ‘vatandaş gazeteciliği’ adıyla senelerce dillere pelesenk olan kavramı gerçeğe dönüştürmesi oldu.
Sosyal ağlar öncesi bu kavramın karşılığı ‘sen bir şeyler çek, yaz, yolla; biz bakalım. Kafamıza yatarsa yayınlarız’ şeklindeydi. Ve bu yüzden de hiç tutmadı. Oysa insanların cebindeki telefonlar bile neredeyse yayın kalitesinde kayıt yapabiliyordu. Teknik bir engel yoktu. Zihnen uyum sağlanamadı.
Haberciler vatandaşın habere bakışını sevemedi, vatandaş da uyum sağlama zahmetine girmedi. İkisine da hak veriyorum.
İşte bu yüzden yeni bir dil, yeni bir dönem doğdu.
Bugün ‘vatandaş’ (ya da medyanın sevdiği terimle: ‘Sokaktaki Adam’) elinde HD kayıt yapabilen cihazları, tek tıklamayla yazdığını ya da çektiğini yollayabildiği kolay kullanımlı siteleri ve dolaylı yoldan ulaşabilecekleri yüz milyonlarca takipçisiyle en az dev medya kuruluşları kadar güçlü.
Sosyal ağların bir diğer yansıması da bağlı oldukları kurumun içinde kimi zaman yapı kimi zaman yayın politikası gereği anonimleşen habercilerin parlamasıydı. Artık ekran ve gazete yüzlerinin olaylar hakkındaki fikirleri sosyal ağlardaki hesapları üstünden doğrudan alınabiliyordu. Üstelik bu paylaşımlar çok daha net, dürüst, içten, canlı ve katılıma açıktı.
Bu yüzden sosyal ağların en popüler, gündem yaratan kullanıcıları da genellikle medyanın popüler yüzleri oldu. Herkes haber ve gelişmeler hakkındaki yorumları doğrudan kaynağından, kulak kabarttığı kişilerden almak istedi.
Ve bir ayrım daha belirginleşti: geleneksel medyanın çalışanlarına çizdiği kalın kırmızı çizgiler sosyal medyada ortadan kalktı. Dolayısıyla bir gazete ya da televizyonun kendisi bir olay hakkında bir şey söylerken (ya da susarken) o kurumların çalışanları bambaşka bir şey söyleyebilir hale geldi.
Doğal olarak bu süreçte okur / izleyici tarafında medyanın olayları ele alma şekline yönelik ‘romantik‘ beklentiler iyice uç vermeye başladı.
Batıda birçok medya kurumu bu kafa karışıklıklarını engellemek için çalışanlarının sosyal medya kullanım şartlarını sözleşmelere bağladı. Bazı gazeteler genel kullanım prensipleri oluşturdu.
Bizde henüz böyle şeyler (neyse ki) yok.
Dönemsel ‘azizlik’
Medyanın Türkiye tarihinde eşine az rastlanır bir otosansür ve tek sesliliğe gittiği ortada.
Oysa ne gariptir; bu kırılım ‘Aydın Doğan Karteli’nin parçalanması niyetiyle başlamıştı, değil mi? Demek ki bu topraklarda kartlar eşit dağıtılamıyor. Destenin çoğu hep birinin elinde olmak zorunda.
Ama deste el değiştirirken hiç beklenmedik bir değişim daha yaşandı. Sosyal ağlar, denklem bozan ‘joker kartı’ misali hayatımıza girdi. Hem de ne giriş!
Gazete-dergiler daha az okunuyor, televizyonda haber ve tartışma programlarının izlenme oranları düşüyor, radyo müzik kutusuna dönüşüyor ve yeni ‘tüketici’ yaratılamıyor. Oysa aynı dönemde internet altın çağında. 35 milyona dayanan kullanıcısıyla Türkiye de bu alandaki ‘küresel bir dev’.
Bu yüzden memlekette acı ve şiddet çıtası sürekli yükselten her gündemde geleneksel medya biraz daha suskun, ‘yeni medya’ ise aksine biraz daha ‘çığırtkan’.
Gel gelelim (ilginç bir şekilde) her şeyden herkesten önce ve fazla haberdar olan yeni medya kullanıcıları sırtlarını çoktan çevirdiği geleneksel medyaya hep biraz daha sitemkar. #adimedya kampanyalarında homojen bir beklenti olduğunu sanmıyorum. Ama sesleri her geçen gün biraz daha yükseliyor.
Peki neden?
“Why so serious?”
Amaç bilgiye ulaşmaksa sosyal medyanın geleneksel medyaya sitem etmesi çok da yerinde değil. Çünkü haberlerin çoğunu yine geleneksel medyanın sosyal ağlardaki temsilcilerinden alıyorlar.
Eğer sitem habercilerin sosyal medyada yazdığıyla gazetesinde yazdığı, televizyonunda aktardığı arasındaki fark içinse o zaman adama “peki hangi alanda bu mümkün de medyada bekliyorsunuz?” demezler mi?
Bankacı, doktor, avukat, tüccar, akademisyen ve saire kendi sektörlerine, yöneticilerine yönelik böyle bir bağırsak temizleme hareketine, isyana gidebiliyor mu? Kendi okulundaki, işyerindeki haksızlıklara başkaldırabiliyor mu? Patronun aldığı yanlış kararlara isyan edebiliyor mu herkes sahi?
‘Medya kamu adına hizmet eder’ ise argüman; o devirler geçti güzel dostlarım. Hepimiz biliyoruz. Detaylara girmeyelim. Medyaya giren yeni isimlere ve asıl işlerine bakarsanız kimin neye hizmet ettiğini açık seçik görürsünüz.
Romantik hayaller bize ancak zaman ve nefes kaybettirir. (ama keyif verir o ayrı)
Benim esas merak ettiğim şey şu: bu kadar az kişi tarafından ilgi gören ve her geçen gün kan kaybeden geleneksel medyaya bu kadar önem vermek ve ciddiye almak neden? Bütün temsilcileri neredeyse tam kadro yeni mecralarda yerini almış ve rengini belli etmişken hele?
Boşa nefes harcıyor gibiyiz. Devir değişmiş, yeni çağa girmişiz; hala eski şahları, padişahları konuşuyoruz.
Artık önümüzdeki uzun düzlüğe bakıp çizeceğimiz rotaya karar verelim.
Görüşlerinizi paylaşın: