Tumblr, Posterous gibi mikro blog servislerini seviyorum. Çok içerik aktaramasam da takip etmesi en zevkli, en süzme içeriklerle dolu bloglara buralarda rastlıyorum. İlgilenirseniz benim de Tavan Arası, Z Raporu, Alışveriş Listesi, Eski Defterler gibi birkaç mikro-blogum var.
Bir süredir kaldırımların fotoğraflarla hallerini belgeleyen bir mikro-blog üstünde niyetliyim.
Belki aynı anda 2 çocuk sahibi olup elde arabalarla yolları arşınlamak zorunda kaldıktan sonra farkettiğim bir ayrıntı olabilir ama Türkiye’de ciddi bir kaldırım sorunu olduğu tartışılmaz. Hani kaldırımlar felaket de yollara mı özeniyoruz derseniz elbette facia orada da devam ediyor ama kaldırım şehir unsurları açısından çok daha fazla kullanılan ve daha fonksiyonel bir bileşen.
Ben Yeşilköy çocuğuyum. Evimiz meşhur 1878 Ayastefanos anlaşmasının imzalandığı (ve sizlerin muhtemelen Tosun Paşa, vs gibi birçok Türk filminden aşina olduğunuz) köşkün hemen arkasındaydı.
Yeşilköy İstanbul’un en kendine has semtlerinden biridir. Havaalanına yakınlığı nedeniyle 4-5 kattan yüksek binanın olmadığı, geniş sokaklar, bol ağaç ve bahçeden oluşan, köşklerle, villalarla dolu bir sahil mahallesi…
Bisiklete binmeyi, yüzmeyi, balık tutmayı, ağaç aşılamayı, tohum ekmeyi, ağaç tırmanmayı; kısacası sokağa dair hemen her şeyi ben o semtte öğrendim.
Son iki buçuk yıldır da Nişantaşı’ndayım. Gelmemek için çok direndim. Yeşilköy ile taban tabana zıt, gürültülü, kalabalık, yeşillikten uzak, bitişik nizam evler, toz, toprak… Nişantaşı’nda bana cazip gelen hiçbir şey yoktu başta. Ama şimdi başka bir yerde oturabilir miyim bilemiyorum. Şehir merkezinde yaşamak cidden ayrı bir şeymiş.
Gel gelelim kaldırımsızlık konusunda Maslak ile yarışabilecek belki ilk semt yine Nişantaşı. Daracık kaldırımların şekilsizliği bir yana biraz genişlediği yerde ya dükkanlar tarafından masa atılarak işgal edilmiş ya araya bir seyyar satıcı yerleşmiş, ya bir esnaf kuka koymuş ya da belediye kimse bir şey koymasın diye kendi saksı dikmiş…
1985’te Commodore için piyasaya çıktığından beri şehir yönetim simülasyonu Sim City oynarım. Her bölümünü de oynamışımdır. Dolayısıyla (aslında) bir şehir nasıl kurulur, nasıl organize edilir, nasıl yönetilir, bütçe nasıl kullanılır, vatandaş neyden hoşlanır, vs gibi konularda Türkiye’deki birçok Vali ve Belediye Başkanı’ndan daha çok bilgim(iz) var.
Ama bizdeki uygulamalara, sıfırdan yeni kurulan yerleşim bölgelerindeki gariplikleri bile görünce insan her belediye başkanı adayına böyle simülatörlerde belirli bir baraj puanı getirilsin istiyor.
Bugün bir arkadaşımla Maslak Noramin İş Merkezi’nde toplantıya gittik.
Maslak’ı görmemiş birine nasıl anlatmak gerekir bilemiyorum ama daracık birkaç yolla ana artere bağlanan on binlerce kişinin çalıştığı kaldırımsız dev bir yerleşim merkezi düşünün. Öyle ki, çalışanların arabalarını park edecek yerler bile düşünülmemiş. Arabayı geçtim, insanları taşıyacak servislerin bile park alanı yok. Bir yokluklar diyarı özetle. Ama Türkiye’nin en kerli ferli şirketlerinin de merkezi. Minyatür gökdelenler, plazalar ormanı…
Maslak cehennemindeki toplantımızın ardından her aklı başında şehirli gibi Osmanbey’e dönmek için en akıllıca yolun metro olduğunu hatırlayıp İTÜ istasyonuna doğru yürümeye başladık.
Tahmin edeceğiniz gibi kaldırıma bile yer olmayan Maslak’ta metro çıkışı için uç verecek bir karış toprak da yok. Bu yüzden hemen karşısındaki İstanbul Teknik Üniversitesi kampüsünden ödünç alınan arazi üstüne yerleşmiş metro. On binlerce çalışan metroya binmek için dünyanın en garip üst geçit yolunu kullanarak yolun öte tarafına geçmek zorunda. Deli gibi bir trafiğin aktığı üst yolun bir yanındaki yarım metrelik bir kaldırım… Üstelik 50 adımlık kuş uçuşu mesafeyi 150 metreye çıkaran cinsten.
Gözünüzde canlandı mı bilmiyorum ama metroya Maslak plazalar tarafından ulaşmak için ilk seçeneğiniz Noramin İş Merkezi önündeki trafik ışıklarından karşıya geçip yürümek. Diğeriyse plazalar yönünden devam edip karşıya geçmek. Biz son 130 yılın en sıcak yazının pişirdiği beynimizin bir çalımıyla ikinci rotayı seçtik.
İzlediğimiz yol aynen şöyle (Noramin ve Sheraton’ın önünden ilerleyip Petrol Ofisi Genel Müdürlük binasının karşısından üst geçide çıkış, oradan İTÜ kapısına iniş ve gerisin geri metro girişine yürüyüz):
50 derece hissedilen bir sıcaklıkta yürünen 1,35 kilometre uzunluğunda bir parkurdan söz ediyoruz.
Oysa bu istasyon yapılırken bir şehir planlamacısı yaya trafiğini düşünerek (metroya henüz araçlar binemiyor) bir kurgu yapsaydı, örneğin basit bir alt ya da üst geçit yapsaydı rotamız şöyle olacaktı:
Böyle bir parkur sadece 540 metre tutuyor.
Son 25 yılda 4 kat artışla 13 milyona yaklaşan nüfusa sahip, en modern semtlerinin bile temel planlamadan yoksun, gecekondu mantığıyla ‘geliştiği’ bir şehirde olumlu şeyler beklemek haksızlık olabilir. Ama bu eleştirmemize de engel değil.
Son birkaç bilgi
- Bu yazının ana konularından biri olan kaldırımlara yönelik verilen soru önergesine cevaben İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın sunduğu resmi kayıtlara göre sadece son 5 yılda kaldırımlara harcanan bedel 183 milyon TL.
- İstanbul’a yapılması düşünülen 3. boğaz köprüsü için kesilecek ağaçlara dair en iyimser rakam: 1 milyon 610 bin 372.
- İstanbul’un nüfusu son sayıma göre 12 milyon 915 bin 158 kişi.
- İstanbul’da 3 bin okul var. Burada okuyan 2,5 milyon ilköğretim öğrencisinin 150 bini hayatında hiç boğazı görmemiş.
- 1,5 milyon İstanbul vatandaşı hayatında daha kendi semtinden çıkamamış; denizi görmemiş.
- 2010 yılı İstanbul Büyükşehir Belediyesi yatırım bütçesinde yüzde 60,6 ile en büyük dilim Raylı Sistem Müdürlüğüne ait.
Kaldırımlara dair blogumun eli kulağında, bilesiniz 😉 O zamana dek yapılmışıyla yetinin.
Görüşlerinizi paylaşın: