Dönemin Apple CEO’su Steve Jobs, 2007 yılında “bazen her şeyi değiştiren, devrimci bir ürün ortaya çıkar” diyerek iPhone’u tanıtırken, telefonu yeniden icat ettiğini iddia ediyordu. Öyle de oldu. Fakat bir ayrıntı gözden kaçtı. Bu cihazın neredeyse bütün sektörü dönüştürecek; hatta rakiplerinin çoğunu piyasadan silecek özelliği ilk sürümde yer almıyordu. İlk iPhone, sadece 16 uygulamaya sahipti. Bunların içinde Apple’a ait olmayan sadece iki hizmet vardı: Google Maps ve (yine Google’a ait) YouTube.
Her şeyi değiştiren, ertesi sene tanıtılan iPhone 3G’nin ekranındaki “App Store” ikonu oldu. Uygulama geliştiricilerin kendi fikirlerini tüm iPhone kullanıcılarına sunabilmesini sağlayan bu dijital pazaryeri, 500 uygulama ile başladığı yolculuğunda bugün 2 milyonu aşkın seçeneğe sahip, yüzlerce milyar dolarlık bir ekosisteme dönüştü Android platformunun birkaç ay sonra “Android Market” adıyla açtığı rakibi de bugün “Google Play” olarak 3 milyon uygulama içeren bir platform.
Bu yapılar olmasaydı, iPhone ya da Android dünyasının bugünkü konumuna gelmesi asla mümkün olmayacaktı. En az cihazın kendisi kadar devrimsel bu fikir mobil uygulama sektörünü rekorlara taşırken, diğer yandan kaçınılmaz bir standartlaşmayı dayattı. Uygulamaların mümkün olduğunca geniş kitlelere ulaşabilmesi için akıllı telefonların hepsi aynı ekran oranlarına ve benzer tasarımlara mahkum edildi. O zamana dek her biri birbirinden farklı tasarıma sahip telefonların hepsi siyah ekranlı dikdörtgen formlara dönüştü.
Yapboz cihaz denemeleri
Bu süreç her yeni modeli biraz daha az heyecan uyandırır hale getirdi. Biraz daha hızlı işlemci, biraz daha fazla megapiksel, biraz daha yüksek depolama kapasitesi sarmalına sıkışan sektör, doğal bir soruyu gündeme taşıdı: Daha iyi bir lens için telefonu tamamen değiştirmek israf değil mi? Bu sorunun ardından “modüler telefon” girişimleri ortaya çıktı.
Erken dönem kişisel bilgisayarların “toplama” ve “yükseltme” olarak anılan süreçlerinin telefonlar için de mümkün olabileceğini ispatlamak adına ilk somut adım “Project Ara” ismiyle Android’in geliştiricisi Google’dan geldi.
Motorola işbirliğiyle geliştirilen platform, aynen Lego setleri gibi sabit bir kasanın tanımlı yuvalarına yerleştirilen ve ihtiyaca göre şekillenen; dolayısıyla tamamen kişisel tercihlere göre oluşan bir yapı sunuyordu. Daha fazla depolama alanı için bellek kısmını çıkarıp yerine yeni belleği takmanız yeterliydi. Kamera, işlemci gibi diğer tüm bileşenler de aynı şekilde dilediğiniz şekilde güncellenebiliyordu. Üstelik bunun için hiçbir özel cihaza, kabloya ya da elektronik bilgisine sahip olmanız gerekmiyordu Bu yapıya uygun tasarlanmış modüller basitçe çıkarılıp takılabiliyordu.
Bu sistemin fikir babası, 2013 yılında tanıttığı ve kısa sürede 900 bin destekçiye ulaşan “Phonebloks” projesinin Hollandalı tasarımcısı Dave Hakkens’ti. Hakkens’in çıkış noktası, kolay güncellenebilen ve bozulan parçaları kolayca değiştirilebilen bir telefon üreterek “elektronik atık” sorununu çözmekti.
“Project Ara” ekibine dahil olan Hakkens’in katkılarıyla can bulan ve 2016’da tanıtılan ilk seri, sadece 50 dolarlık fiyatıyla oldukça heyecan yaratmıştı. Gelgelelim, 2017’de satışa sunulacağı açıklanan “Ara” kodlu bu cihaz, bugüne kadar açıklanmayan bir sebeple Google tarafından rafa kaldırıldı.
Aynı sene; aynı ideal ve hedeflerle “Fairphone” adlı bir başka konsept ortaya çıktı. Hollanda merkezli girişim, geri dönüştürülmüş malzemeler ile benzer bir modüler yapı sunuyordu. Fairphone, bu kategoride ayakta kalabilen tek yapı oldu. Ancak bugünkü mantığı, bozulması halinde bileşenlerin cihaz sahibi tarafından kolayca değiştirilebilmesinden ibaret.
Modüler telefon hayalinin cazibesini gölgeleyen teknik bir ayrıntı da var. Güncel akıllı telefonların hepsi, mümkün olan bütün bileşenlerin “anakart” olarak anılan tek bir elektronik devrede toplanmasından ötürü ince ve hafif bir form sunuyor. Modüler cihazlarda her bileşen bağımsız olduğundan, daha kalın ve ağır bir yapıya sahip. Yine de birçok kullanıcı için bunun gözardı edilebilir bir eksiklik olduğuna şüphe yok.
Farklı arayışlar
Bu süreç, hiç beklenmedik bir sektörde daha şansını denedi: Otomotiv.
2007 yılında ABD’de hayata geçen “Local Motors”, sanayi tipi 3 boyutlu yazıcıları kullanarak “geliştirilebilir” bir ortak platform hedefliyordu. 2009 yılında ortaya çıkan (dünyanın ilk açık kaynaklı aracı) “Rally Fighter” adlı ilk modelin tüm şeması, şirketin web sitesinde geliştiricilere açıldı. Dileyen herkes tasarladığı parçaları opsiyon listesine ekleyebiliyor ve (onaylanması durumunda) diğer kullanıcılar kendi araçlarında bu parçaları kullanabiliyordu. Üstelik bu bileşenleri Local Motors’tan satın alabildiği gibi, varsa 3 boyutlu yazıcısıyla kendisi de üretebiliyordu.
“Strati” kodlu bir otomobil ve “Olli” kodlu bir otonom minibüs de üreten Local Motors, “yeterli fonu bulamadığı” gerekçesiyle 2022 yılının Ocak ayında faaliyetine son verdi.
Özetle teorik olarak mümkün olan “başka bir dünya”, şu ana dek piyasa koşullarının pratiğine karşı gelmeyi başarabilmiş değil.
(2 Mayıs 2025 tarihli Oksijen gazetesi yazım.)
Görüşlerinizi paylaşın: