Bu hafta başında Eczacıbaşı Topluluğu Başkan Yardımcısı Faruk Eczacıbaşı, 1995 yılında kurduğu Türkiye Bilişim Vakfı’nın yeni manifestosunu paylaşmak üzere bir davet verdi. Tam da iş çıkış saati. Memlukların üstüne yürüyen I. Selim ordusunu andıran taktiklerime rağmen metroya ancak ikinci taarruzda binebildim. Vagonumuz her zamanki gibi her biri ayrı milletten ve çoğu anlamadığım dillerden konuşanlarla doluydu. Bir kere daha bu topluluğun bize neler katacağının ve bizden neler alacağının merakıyla Şişhane durağında indim.
D. Neocosmos ve P. Kyriakides adlı iki Rum mimarın, Beyrutlu Selim Hanna Freige için yaptığı muhteşem binanın önünden yürümeye başlayıp, adını hatırlayamadığım bir Ermeni mimarın eseri Nersesyan Apartmanı’ndan kıvrılarak Meşrutiyet Caddesi üzerinde sırasıyla (her biri ayrı hikayeye sahip) Çituri, Anjel, Decugis, Trel, Raşel ve Cordova Freres apartmanlarına göz ucuyla baktım. Almanların inşa ettiği Krocker Otel binasını geçtim. Önce Fransız Tubini ailesinin konutu, sonra da Beyaz Rusların işlettiği Novotny Otel olan yapının bitişiğinde; bugün öğretmenevi olarak hizmet veren İngilizlerin YMCA binasını da aştım. Nihayet toplantımızın mekanı göründü: Mimar Giacomo Leoni’nin kendisi gibi İtalyan Armatör Ignazzio için inşa ettiği “Corpi Sarayı”. (Sahibinin ölümü sonrası 1883’te ABD Konsolosluğu’na kiralanan bu yapı 2014’te “Soho House” adlı özel bir tesise dönüştü.)
Telaş içinde birkaç yüz metresini yürüdüğüm (ismiyle dahi manidar) bu cadde, son 200 yılın özeti gibiydi. Yedi düvelin çekim merkezi olmuş ve herkesin güzellikler katmak için toplaştığı bir coğrafyanın, bizzat ona hasret duyan torunları tarafından bugünkü sığlığın, tekdüzeliğin, sakilliğin ve renksizliğin içine nasıl sürüklendiğini düşündüm.
Kadir Has Üniversitesi’nin 2011’den yayımladığı “Türkiye Eğilimleri Araştırması”na göre “göçmenler” bugün ekonomi ve terörle birlikte ülkenin en büyük üç sorunundan biri. Dahası, “komşum olmasını istemem” denilenlerde Kürtler yüzde 15,7, Araplar 22,1, Rumlar 32,1, Ermeniler ise 35,1 ile payını alıyor. “Benden uzak olsun” konusunda zirve yüzde 44,8 ile ateistler ve 48 ile eşcinsellere ait. İstenmeyenler listesinin kriterleri o kadar fazla ki, insanların Küçük Prens misali tek kişilik bir gezegen hayali kurduğunu düşündürüyor. Peki az önce vagonu paylaştıklarımın bu topraklara katacak HİÇBİR şeyi yok muydu sahiden?
Yeni ve küresel sorunlar
Faruk Eczacıbaşı “belirsizlikler çağı” olarak adlandırdığı bu dönemin sorunlarının da küresel olduğunu savunuyor. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan gelir adaletsizliğinin yanısıra iklim krizi, jeopolitik rekabet, yükselen faşizm ve ırkçılık dünyanın her yerinde yükselişte. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin kesişiminden doğan karmaşık ilişkiler ağı ekonomiden etiğe, hukuktan eğitime yönetimleri her konuda yeni yaklaşımlara mecbur kılıyor.
Nüfus genelindeki yaşlanma Türkiye dahil pek çok kuzey yarımküre ülkesini tehdit ediyor. Fakat çözüm üretecek kesimde durum daha da vahim. Dünya liderlerinin yaş ortalaması 62. (“Bu partide, 65 yaşın üzerindekiler siyaset yapmayacak” diyerek Ak Parti’yi kuran Recep Tayyip Erdoğan bu hafta 70 yaşına girdi.) ABD bu sene kendi tarihinin en yaşlı başkanını seçecek (Joe Biden 81, Donald Trump 77 yaşında). Milletvekillerinin küresel yaş ortalaması ise 55. Kuşak farkının 5 yıla indiği bir devirde yanlış bir gruptan medet umuyor gibiyiz.
Faruk Eczacıbaşı (70), bütün bu açmazlara rağmen sistemin kazanmaya devam etmesini ekonominin hala eski yapı üstünde ilerliyor olmasına bağlıyor. Sunduğu çözüm planının temelinde ise geçmişin kördüğümlerine dolanmak yerine geleceğin sorunlarına veri ve bilim odaklı yeni çözümler geliştirmek var. Üstelik ülke değil, ülkeler bazında; uluslararası çapta yürüterek. İlk adımlarından biri, dünyanın diğer ülkelerindeki metro vagonlarına dağılmış ve bugün sayısı 13 bini geçen (doktoralı) Türk akademisyen diasporasına ulaşmak. Diğer bir adımsa dünyayı saran bu özdeş sorunlara kafa yoran benzer zihinlere, çabalara ve oluşumlara eklemlenebilmek.
Küresel eşitsizlikler hala belirleyici
Bu yazıyı yetiştirebilmek adına erken ayrılmak zorunda kaldığım toplantıdan aklımda birkaç şüphe kaldı. Sorunların küreselliğine ve birlikteliğin potansiyeline ben de inanıyorum. Ancak ülkelerin eşitsiz şartlarının küresel çaptaki ortak payda arayışını ve odaklanma ihtimalini ne kadar zorlaştırdığını görmezden gelmek de zor. Yüksek teknolojinin anlamlandırmakta artık hayli zorlandığım değişkenleri ilgi, beceri ve sermaye gibi bütün kaynakları hortum gibi kendi bölgesine çekiyor. Nispeten eşitlenebildiğimiz tek aşama “kullanıcı olma” hali. O dahi gelir adaletsizliğinden nasibini fazlasıyla alıyor.
1993’te kurulan, (yazılımların yanısıra) çeşitli çipler tasarlayan ve bunu Tayvan’da bir şirkete (TMSC) ürettirip satan ABD’li NVIDIA şirketi geçtiğimiz hafta bilançosunu açıkladı. Son çeyrekte bir önceki seneye kıyasla yüzde 265’lik artışla 22 milyar dolara ulaşan geliriyle değeri 2 TRİLYON dolara ulaştı. Bu kıymet, Türkiye’nin geçtiğimiz yıl ülke olarak her şeyiyle ürettiği bütün mal ve hizmetlerin toplamının iki katını dahi aşıyor. Ve böylesi pırıltılı ışıklar, etrafındaki hareleriyle bile küresel sorunların mağdurlarını (şifa kaynaklarını) kendine pervane misali çekiyor.Sorunlarımız çözümsüz değil. Ancak sınavın puanları ve ödülleri aynen gelirimiz gibi eşitsiz dağıtılmış halde.
Yine de bütün ümidimiz gençliktedir.
(1 Mart 2024 tarihli Oksijen gazetesinde yayımlanan yazım.)
Görüşlerinizi paylaşın: