Şartları her geçen gün daha iyiye giden bir sektör var mı bilemiyorum. Medya onlardan biri değil. 1995 yılından beri hemen her alanında, pozisyonunda görev almış biri olarak bunun gayet iyi farkındayım.
Ahmet’in Twitter’daki bombardımanı sayesinde haberdar olup ön sipariş listeme eklediğim 5 Ne? 1 Kim? adlı kitap bugün elime geçti. Mustafa Alp Dağıstanlı imzalı bir kitap. Epey emek sarf edildiği belli. Başlığından da anlayacağınız gibi haberciliğin temel kodu olan 5N1K‘nın deformasyonunu işliyor.
Dağıstanlı ile yollarımız çok kısa bir süre için kesişti. O dönem NTV Yayınları’nın başındaydı. Grubun bilim / teknoloji odaklı bir dergi çıkartma projesi vardı (NTV Bilim). Yayın Yönetmenliğini NTV Radyo’da program yaptığım dönemdeki yöneticim Barbaros Devecioğlu üstlenecekti. Ben de Danışma Kurulu’ndaki isimlerden biriydim.
Elimizdeki imkanlar, hitap etmeyi düşündüğümüz kitle ve reklamverenlerin bakışı üçgeninde ne yapılabilir diye kafa patlattık (dergi önce editoryal bir iç krize girdi, reklam geliri de düşük seyredince çanları çalmaya başladı. Yanlış hatırlamıyorsam bir yılını dolduramadan kapandı).
O dönem Devecioğlu ve Dağıstanlı kalibresindekiler için kalan yaşam alanı bunlardı. Dünya tenis şampiyonuna kortta top toplatmak ya da obüs topuyla kuş avlamak misali. Ama şartlar öyleydi ve elimizden geleni yapmaya çalıştık. Hepimizin bakmak zorunda olduğu aileleri vardı. Devecioğlu da Dağıstanlı da İmrendirici Ultra-Huysuzlar Ligi’nin altın karmasındaydı.
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
İşte bu kısa maziden dolayı Dağıstanlı’nın biraz önce bitirdiğim kitabına karşı tarafsız olAmayabilirim. Ama iletişim dünyasıyla ilgili (özellikle eğitimini alarak içinde çalışma hayali kuran) herkesin mutlaka gözden geçirmesini tavsiye ederim. Sonradan medya adını alan basının neden önemli olduğunu, yanlış el ve fikirlere teslim edildiğinde nasıl tehlikeli, yıpratıcı; hatta zararlı hale geldiğini hafızalarımızda hala tazeliğini koruyan olaylar eşliğinde gösteriyor.
Koskoca (ve Türkiye’nin diğer pek çok sektörüne göre çok daha katı ilkeleri olan) bir sektörün bu kadar kısa sürede nasıl kökten değişebildiğini görmek ürpertici. Bundan sonrasını hayal etmek de öyle.
Dahası, sektör olarak medyanın yaşadığı sıkıntı nalburiye sektörünün sıkıntısına benzemiyor. Sadece kendini değil; doğrudan ve dolaylı olarak herkesi bağlıyor, etkiliyor, kodluyor.
Kitabı burada özetlemeyi çok isterdim ama yapmayacağım. Bazı şeyler özetlenmemeli. Çünkü her özet aslına ihanet ihtimali taşıyor.
Bu yazıyı bir şahsi fikir ve kitaptan bir alıntıyla kapatmak istiyorum.
Kıble şaşınca…
Türkiye’de medyanın üstlendiği (daha doğrusu ona uygun görülen) rol amigoluk. Koşulsuz itaat bekleniyor, ve sapma / esneme toleransı sıfır. Adının üstü çizilen biri sadece işinden değil; hayatından oluyor.
Bu durum sadece kazananların masasında oturup onların çanağından beslenenlerin inkar edilebileceği kadar aşikar.
Medya iki cepheye bölündü. Aralarındaki çizgiyi Başbakan çiziyor. İki taraf da gözünü açar açmaz o ne dediğinin, neyi ima ettiğinin derdine düşüyor. Bir taraf yüceltmek, diğeri yerin dibine sokmak için. İki tarafın da kendine ait bir fikri, inisiyatifi yok. Dershanelerden öğrenci evlerine; Kürt sorunundan imara açılan arazilere kadar akla gelecek her konudaki gündem ve pusulalarını Başbakan’ın duruşu belirliyor. Biri parmağın gösterdiği tarafa koşuyor; diğeri yüzünü tam tersine dönüyor. Gazete, televizyon, Twitter; Allah ne verdiyse tam tekmil. Uykuya teslim olana dek, durmadan!
Bunca mürekkep yalamış bir kitlenin mantıktan bunca uzağa düşebilmesi gerçekten düşündürücü.
İki ay önce yerin dibine sokulanlar iki ay sonra göklere çıkarılıyor. Eskinin mağduru bugünün zalimine dönüşüyor (ya da tam tersi). Kitle dev bir otomat gibi koşulsuz itaat halinde. Sorgulamak, şaşırmak, vicdani hesaplara girmek, pes etmek yok.
Ölene kadar cephedeyiz. Öldürmezsek, öleceğiz!
Ne yazık ki medyanın bugünkü hali bu. Üstelik herkes sürekli bu garip oyunda bir taraf seçip rol üstlenmenizi istiyor. Bu komedinin dışında kalınca apolitik, umursamaza çıkıyor adınız. Böyle bir durumda öyle kalabilmek mümkünmüş gibi.
Fakat çok az kimsenin aklına gelen bir şey var: bu tip habercilik için kalifiye, uzman, deneyimli (dolayısıyla pahalı) habercilere ihtiyaç yok. Herkes inandırıcılığını ve saygınlığını eşit derecede yitirmiş durumda. Kimsenin birbirini suçlayacak durumu da yok.
Dolayısıyla o bütün anlı şanlı medya starları bir süre daha (takatleri kesilinceye kadar) bağıracak, daha ekonomik cazgırlar çıktığında eften püften işlerin başına getirilip anlamsızlaştırılacak en sonunda da orası için fazla pahalı ve yüksek kalibre bulunarak oyun dışına itilecekler.
Dağıstanlı ve benzerleri naif, romantik çıkıntılardan öteye geçemeyecek.
Meydan amigo zihniyeti ve zekasında bir vasatın eline kalacak.
Bunun izlerini bugünden görebiliyoruz.
Bir meslektaşımla sohbet ederken haber merkezine ‘türbanlı’ haberci aradıklarını öğrendim. İyi, deneyimli, bilmem ne bölümünden mezun değil; sadece başörtülü (dekoratif amaçlı anlayacağınız). “Varsa yolla bir bakalım” dediler.
Bir dönem içinde bulunduğum kurumlardan biriyse aylardır Gülen Cemaati üyelerini ayıklıyor. Kötü ya da başarısız oldukları için değil; Gülenci oldukları için. Gerçi zaten iyi ya da başarılı oldukları için alınmamışlardı.
Kılıç çeken kılıçla ölüyor.
Kitaptan bir alıntıyla son verelim.
Bu blogda medya ile ilgili ne az şey yazdığımı düşündüm şimdi. Bu ayıp tamamen bana ait. Bahanem yok.
Sonuç: 5 Ne? 1 Kim? iyi kitap. Alın, bulun, okuyun.
Görüşlerinizi paylaşın: