Size bu yazıda bilmenin, öğrenmenin ne denli güzel bir his ve internetin bunun için nasıl sihirli bir anahtar olduğu anlatacağım.
Esen Karol, Radikal’in ilk (efsane) tasarımının -ve başka birçok güzelliğin– mimarı. Hiç tanışmadık (çatık kaşlı kadınlardan korkarım) ama hepimiz gazetenin hazırlıklarıyla uğraşırken birkaç masa ötemde nasıl titiz bir çalışmayla o tasarımı ortaya çıkardığına bizzat şahidim.
Şimdi kurucusu olduğu Manifold adlı blogda kendisi gibi tasarıma, estetiğe ve benzeri güzelliklere hassas bir grup insanı bir araya getirip etrafa kıvılcımlar saçmaya devam ediyor.
Manifold’un haftalık bülteni benim için (kendi özetimizden gayrı) Pazar gününün en keyifli zamanı. Yoğunluktan 2-3 haftadır hakkını veremeyeceğim endişesiyle hiçbirini açmamıştım. Dün tek tek okumaya başladım. ‘Nereye Gitti Dijital Bedenin?‘ başlıklı bir yazıyı okumamam mümkün değildi elbet. Öncelikle yazarının adı (Yelta Köm) kafamı epey kurcaladı, anlamını hiçbir yerde bulamadım. Ama kişisel sitesinde birbirinden güzel işlerine şahit oldum. Oysa ilgiyle okuduğum Berlin Notları serisi de meğer onunmuş, hiç dikkatimi çekmemiş.
‘Nereye Gitti Dijital Bedenin?’ yazısı sandığımdan çok başka bir konuda; mimari yazılımlarda yapılan tasarımların içine yerleştirmek üzere hazırlanan dijital insan kütüphanelerini anlatıyor. Hiçbir alakam olmayan böylesi bir keşif daha da ilgimi çekti, hakkında epey bir şeyler daha kurcaladım.
Yine bu yazıda bahsi geçen bir parçayı (Re minör Piano Triosu / 32. eser) dinlerken Rus Besteci Anton Arensky‘ye daldım.
Birkaç farklı kaynakta kendisini en çok etkileyen kişinin (Türkçeye Çaykovski olarak yerleşen) Pyotr Ilyich Tchaikovsky olduğunu öğrendim. Çaykovski benim de neredeyse dinlediğim her eserinde içimi kıpırdatan bir besteci. Bu bahaneyle Spotify’da -kendisinden de meşhur- Kuğu Gölü Balesi albümünü açıp dinlemeye koyuldum.
Yelta Köm’ün aynı yazısındaki bir başka cümleden Ressam Taner Ceylan ile tanıştım. İtiraf edeyim ki kendisini daha önce hiç duymamıştım. Her duyulmadık malumat gibi o da büyük bir eksiklikmiş. Fotorealizm olarak adlandırılan ve epey yakınına varıncaya kadar resim olduğuna inanamadığınız tarzın, dehşete düşüren derecede başarılı bir temsilcisi kendisi. Mesela:
Hakkında biraz daha araştırma yapınca yerel kaynaklarda unvanının ‘Türkiye’nin Yaşayan En Pahalı Ressamı‘ minvalinde olduğunu fark ettim. Ressama borsadaki kağıt muamelesi yapmak hoş değil elbet ama bu detayın birçok sanatsever için dahi çok önemli olduğunu biliyorum.
Bütün bunlar dün oldu. Sadece bir yazının bağlantılarına tıklayarak zihnime yerleşenler…
Gün boyu süren okumalardan ekranımda kalanları eritmek için bugün yeniden masama oturduğumda Spotify’dan Çaykovski’yi dinlemeye devam ettim.
Re majör Keman Konçertosu başlayınca dikkatim dağıldı, epey bir süre kendimi şarkıya verdim. Bu eserin belki adını dahini duymadınız ama bazı bölümlerini daha önce o kadar çok dinlediniz ki, eminim tanıdık gelecek.
Buyrun dünyanın en iyi Kemancısı Joshua Bell’den bir yorumuna:
Tam bu sırada kapı çaldı ve kurye birkaç kitap getirdi.
TRT Radyo 3 ve NTV Radyo’daki klasik müzik programlarından ismine aşina olabileceğiniz Serhan Bali, Andante dergisinin ardından Kitap Kurdu yayınevini kurarak kitap da yayınlamaya başlamış. Gelenlerden biri 470 sayfalık (nam-ı diğer ‘tuğla gibi’) ‘En Sevilen Klasikler‘ başlığını taşıyordu. Alt başlığıysa şöyle: “Günümüzün en çok dinlenen 300 klasik müzik eseri”.
Elbette aklıma ilk gelen “klasik müzik eserinin kitabı nasıl olabilir?” sorusu oldu. Yanılmışım.
Bu kitap 1992 yılında İngiltere’de hayata geçen ’24 saat klasik müzik yayını yapan tek radyo’ unvanlı Classic FM‘in 3 programcısının 1996 yılından bu yana süren çabasının ürünü. 300 eseri ve sahibini tek tek (ve kısaca) tanıtıyor. Böylece sizi etkileyen bir eser ya da besteci hakkında istediğiniz zaman açıp 1 sayfalık özet bilgilere ulaşabiliyorsunuz. Bu kitap sayesinde (hemen her şey gibi) eserlere asıl asıl anlamını verenin de öyküler olduğunu anladım.
Çaykovski dinlerken masama yerleşen bu kitap sayesinde öğrendim ki Rus Besteci homoseksüelmiş ve bundan kaynaklı toplumsal baskı yüzden birçok psikolojik sorun yaşamış (anlayacağınız koca Alan Turing’i intihara sürükleyen o riyakar baskı, tarihin hiçbir döneminde zulmünü esirgememiş).
Beni başka dünyalara götüren Re majör Keman Konçertosu’nu da meğer 3 ay dayanabildiği evliliğinden kaçarak yerleştiği İtalya’nın Garda Gölü’nde tanıştığı (öğrencisi) Joseph Kotek’e yazmış. Çaykovski’nin Kotek’e aşkının platonikten de öte olduğu iddia edilirmiş.
O eseri büyük bir aşkın meyvesi olarak hiç düşünmemiştim. Artık anlamı daha farklı.
İşte bütün bunlar sadece 1 yazıdan yola çıkıp, bağlantılara tıklayıp, birkaç sayfa karıştırarak zihne yerleşenler. Hayatı güzelleştiren, anlamlı hale getiren de bunlar.
Yoksa gündelik telaşlar kıskançtır, bencildir. Kendisinden başkasına tahammülü yoktur. Biraz yüz buldu mu sizi içine hapseder.
Bu yazıda da nice bağlantı var. Buraya kadar gelenler için iyi bir başlangıç olabilir belki?
Yaşasın merak! Yaşasın keşifler!
Görüşlerinizi paylaşın: