“@grok, bu yazı ne anlatıyor?”

Hemen her konudaki temel başvuru kaynağımıza dönüşen sosyal ağlarda eğriyle doğruyu ayırt etme sorumluluğu organik zekalardan, yapay zekalara devroldu. Ürpertici bir bedel riskiyle.

Medya Teorisyeni Neil Postman, 1992 yılında yayımladığı “Kültürün Teknolojiye Teslimiyeti” altbaşlıklı “Teknopoli” adlı kitabının girişinde telgrafın icadına yönelik ilginç bir tespit yapar. Telgraf iletişimi o zamana dek hayal edilemeyecek bir hıza ulaştırarak devrim yapmıştı. Ancak bilgiyi bağlamından kopararak anlamsızlaştırmıştı. Artık herkes binlerce kilometre ötedeki olaylardan neredeyse anında haberdar olabiliyordu. Diğer yandan kitleler ilk defa neyle ilgili olduğunu bilmedikleri şeyler hakkında da bilgi sahibi olmaya başlamıştı. Günlük hayatlarında işe yaramayacak, herhangi bir faydaya ya da eyleme dönüşemeyecek malumatlara boğulmuşlardı. Bilgi bolluğu kültürel bir fayda sağlamaktan öte, anlam kaybına ve yüzeyselliğe sebep olmuştu.

Neil Postman.

‘Eylemsiz bilgi” denen olgunun tohumu da böyle atıldı. Öğrenmemize rağmen pratikte hiçbir sonuca yol açmayan, herhangi bir davranışı tetiklemeyen, kararlarımızı etkilemeyen, tüketilen ancak içselleştirilemeyen, öğrenildiği hızla unutuluveren; bir tür “vasıfsız” bilgi denizi içindeydik. Postman’ın tabiriyle “bilgi çoğalmış fakat anlam azalmıştı“.

Sosyal ağlar sayesinde bu bilginin hacmi (ve yüzeyselliği) Postman’ın hayal bile edemeyeceği bir seviyeye ulaştı. Bilgi arsızı kitlelerin kayıtsızlığı ve duyarsızlığını tanımlayan “infobezi” (malumat obezitesi) gibi kavramların doğuşu hiç de tesadüf değildi.

Artık Güney Koreli bir pop grubunun şarkılarından, Hindistan’ı kasıp kavuran filmden, Manchester’da koşulan at yarışının sonucundan, Trabzon’a düşen yağış miktarından, Dünya Bankası’nın kredi dağılımından, Instagram fenomeninin kedisinin aşı takviminden haberdarız. Neredeyse tamamı işlevsiz malumat.

Hakikatın yeni bekçileri

Hakikat-ötesi” (post-truth), doksanların ortasına dek sadece akademik çevrelerde tartışılan bir kavramdı. Britanya’nın Avrupa Birliği’nden ayrıldığı ve Donald Trump’ın ABD Başkanı seçildiği 2016 yılında “Yılın Sözcüğü” unvanı alarak küresel bir olguya dönüştü. Gerçekliğin artık hakikat değerinden ziyade kişisel algılarla tanımlandığı bu yeni düzen, yapay zeka araçlarıyla beklenmedik bir noktaya taşındı. Artık ne gözümüze ne de kulağımıza güvenemeyeceğimiz bir “sentetik gerçeklik” ile karşı karşıyaydık. 17. yüzyılda kurulan (Britanya Bilim Kurulu olarak adlandırabileceğimiz) Royal Society’nin bilgiye, deneye ve gözleme dayalı değerlendirmeyi salık veren “kimsenin sözüne itibar etme” (Nullius in verba) mottosu, hiç olmadığı kadar aranan bir meziyete dönüştü.

Yılanın kendi zehrinden üretilen panzehiri misali, imdadımıza yine algoritmalar yetişti. “Yapay zeka kullanıldığını tespit eden yapay zekalar” kısa sürede ortalığı sardı. Fakat o da kendine has, yeni bir sorun yumağını önümüze serdi.

Twitter kullanıyorsanız artık neredeyse her paylaşımın altında ortak bir etkileşim dikkatinizi çekmiştir: “@grok bu doğru mu?”.

Grok, Twitter’ın da sahibi olan Elon Musk’ın “xAI” şirketi tarafından geliştirilen bir yapay zeka botu. Pek çok meziyete sahip olma iddiasında olsa da, daha çok Twitter’ın resmi teyit merkezi kisvesine büründü. Trafik kazalarından siyasi beyanlara, resmi verilerden magazin dedikodularına kadar her bilgi; milyonlarca kişi için Grok’un onayına muhtaç hale geldi. Kimsenin hikmetinden sual etmediği, doğruluğunu sorgulamadığı; bir siber temyiz mahkemesi. Hemen her emsali gibi hata yapabileceği, yanlış kararlar verebileceği; hatta bazen (yapay zeka aleminin alabildiğine kaypak jargonuyla) “halüsinasyon” adı altında yalan söyleyebileceği unutulmuş gibi. Çağın hızı ve yüzeyselliğinde aksini beklemek fazla iyi niyetli olabilir.

Güncel gelişmelerin takip edildiği küresel referans kaynağı haline gelen ve içeriğini bizzat kendisine ait bir “üst akıl” tarafından denetleyen bir ağ, kulağa en hafif tabirle “tehlikeli” geliyor. Malumata yönelik bu kuvvetler birliği, şeffaf olmayan yapısı, beslendiği kaynakların muğlaklığı ve algoritmasına bağlı önyargıları ile bilgiye yönelik kaçınılmaz bir tekelleşmenin habercisi. Hakikatin algoritmalar tarafından belirlendiği; hatta kimi zaman bizzat algoritmalar tarafından üretildiği bir çağda, kimin neyi kerteriz alacağı tam bir muamma.

Araştırmalar bilişsel yeteneklerimizin küresel çapta gerilediğini gösteriyor. İki hafta önce yer verdiğim ve dünya genelinden 300 uzmanla hazırlanan “2035’teki İnsanlığa Bakış” raporu ise yapay zeka ile artan düşünsel tembellik salgınına dikkat çekiyordu. Bu veriler ışığında düşününce, bilgi edinme arayışının yakın gelecekte faydadan çok zarar verme ihtimali yabana atılır türden değil.

Mucidi Samuel Morse’un telgrafı denemek için yolladığı ilk mesaj “Tanrı ne yarattı?” olmuş. Elimizdeki araçlara “İnsanlık ne yarattı?” diye sormak için hala geç kalmış sayılmayız.

(18 Nisan 2025 tarihli Oksijen gazetesi yazım.)

Yorumlar

2 yanıt

  1. melih özçelik avatarı
    melih özçelik

    Şu @grok bi bizim memlekete gelemedi.. TC Meclis başkanı çıktı “yapay zeka şeytanın tuzaüıdır ” gibi yada benzer laflar etti. Belk de öyledir bilinmez ama birilerinin pek de işine gelmediği “kesin bilgi.”

  2. Sedat avatarı
    Sedat

    “Her bir şey var, hiçbir şey yok” “Herkesin bildiği kimsenin bilmediği” gibi bir durum. Sonuçta telgraf iyilerin iyiliklerine zalimlerin de zulmüne aracılık etmiş tıpkı beynimiz, elimiz, kulağımız, azalarımız gibi.YZ’nın akıbeti de budur. Su akar yolunu bulur🙂👋

Görüşlerinizi paylaşın: