En “doğal” kaynağın peşinde

Şehirlere kayan yaşamla çevremizi kuşatan kalabalıklar sayımızın hızla azalmakta olduğu gerçeğini gizliyor. Yeni yarış, nitelikli insanları avlayabilmek üzerine.

Vaktiyle Türkiye’deki düzenli / düzensiz göçmen ve mültecilerin eğitim ve istihdamıyla ilgili çalışmalar yürüten bir (Türk) sivil toplum kuruluşunun lideriyle sohbet ediyordum. Tamamı Gaziantep’te kümelenen yabancı ülkelere ait “rakip” oluşumların, o dönem tamamına yakını Suriyelilerden oluşan bu kitle için nasıl bir yarış halinde olduğunu anlatıyordu. Ülkelerin siyasi ve vicdani kotalarını doldurabilmek adına pazarda kurbanlık seçer gibi bir insan avı yürüyordu. Amaç en eğitimli ve “işe yarar” kişileri ayıklayabilmekti. (Yine kendi beyanına en vasıfsızlar Türkiye’ye kalıyordu.)

O zamandan bugüne hem bölgenin hem de dünyanın şartları epey değişti. Göç olgusu iklim, savaş ve istihdam ekseninde tarihi zirvesine tırmandı. İmparatorluklar çağının ardından asırlar boyu “ulus devlet” şemsiyesi altında yaşamaya alışmış ülkeler için alışması hiç de kolay olmayan bir dönemdeyiz. Bu doku uyuşmazlığı ve alerjik reaksiyon, milliyetçi ve popülist akımlar ve temsilcileri için yepyeni siyasi fırsatlar doğuruyor. Ne var ki ortada kimsenin görmek istemediği bir gerçek var: bu insan hareketliliği, göç edenler kadar edilen ülkeler için de kaçınılmaz. Hatta bir zorunluluk.

Doğmak dahi mucize

Küresel nüfus trendleri Japonya, Güney Kore, İtalya, Yunanistan, İspanya; hatta ABD gibi pek çok gelişmiş ülke için alarm veriyor. Eğitim ve kariyer baskısının sürekli ötelediği “yaşamak” meselesi, çoğu kişinin evlilik ve çocuk yapma gibi planlarını ertelemesine yol açıyor. İş dünyasındaki varlığını kaybetme korkusu, çalışan kadınlar için anneliği kabul edilmesi güç bir fedakarlığa dönüştürüyor. Son yıllardaki küresel ekonomik dalgalanmalar da bu yangını iyice körüklüyor.

Sosyo-ekonomik açıdan orta ve alt seviyedeki ülkelerde de durum farklı değil. Dünyanın en kalabalık ülkelerinden Çin’de dahi nüfus 10 yıl sonra gerilemeye başlayacak. Avrupa’nın üvey evlatları Polonya, Hırvatistan, Litvanya, Bosna Hersek,  Arnavutluk ve Romanya’da durum daha da karışık. Zira hem doğum oranları azalıyor hem de ekonomik şartlar sebebiyle çalışabilir nüfus hızla komşu ülkelere kayıyor. Hırvatistan’da nüfus bu sebeple son 10 yılda yüzde 10 azaldı. Aynı sebeple Bulgaristan’ın önümüzdeki 25 sene içinde toplam nüfusunun dörtte birini kaybedeceği öngörülüyor.

Yukarıdaki gerekçelerle ne kadar ilgilidir bilemem fakat konunun bir de biyolojik boyutu var. 53 ülkeden 57 bin erkek üzerinde yürütülen 223 farklı araştırmayı birleştiren bir analize göre 1973’ten 2018 yılına dek erkeklerin sperm sayısı her sene yüzde 1,2 oranında gerilemiş. 2000 yılından sonra oran yıllık yüzde 2,6 seviyesine çıkıyor. Daha da ilginci şimdiye dek hep Avrupa, Kuzey Amerika ve Avustralya’da kendini gösteren bu eğilim ilk defa Latin Amerika, Asya ve Afrika’da da gözlemleniyor.

Aynı araştırma, çok yakın bir gelecekte tıbbi destek almadan (doğal yollarla) hamile kalmanın mümkün olmayacağı konusunda uyarıyor. Her şeyi göze alıp niyet edenin dahi akıbeti garanti değil anlayacağınız.

En doğal kaynak

Hızlı şehirleşme sebebiyle giderek daha kalabalık ortamlarda yaşamamız, nüfus kıtlığının yarattığı bu tezatı fark etmemizi oldukça geciktirdi. İbrenin bir anda tersine dönmeyeceğinin farkında olan yönetimlerin elinde kalan tek seçenek ise “insan ithalatı”. Ancak o da kolay değil çünkü nüfustan yana başı dertte olan ülkelerde yabancı korkusu (zenofobi); hatta düşmanlığı da yükseliyor.

OECD ülkeleri arasında kalıcı göçmenlerin ilk 3 tercihi ABD, Almanya ve Birleşik Krallık. Donald Trump döneminde sınırlarına duvarlar örüp içeride göçmen avına çıkan ABD dahi göçmene muhtaç. Birçok ülkenin kapılarını yeni gelenlere kapatması halinde ekonomisini sürdürülebilir kılması teknik olarak mümkün değil.

Yakın gelecek, gelişme çabasındaki ülkelerin binbir güçlükle eğittiği gençlerinin daha gelişmiş ülkeler tarafından avlanmasına sahne olacak. Hiçbir yanıyla adil olmayan bu çaba varlığını şimdiden hissettirmeye başladı bile. Örneğin Kanada, geçtiğimiz Temmuz ayında “H-1B” kodlu özel yetenek vizesiyle ABD’de çalışma hakkı edinmiş nitelikli göçmenleri transfer etmek için bir yasal düzenleme yaptı. Hedeflediği 10 bin kişilik kontenjanın dolması sadece 48 saat sürdü.

Gözlerin çevrildiği bir diğer bölgeyse “Afrika”. Kıta şu an 1,4 milyarlık nüfusuyla insanlığın yüzde 18’ine evsahipliği yapıyor. 2100 yılında 3,9 milyara ulaşarak soyumuzun yüzde 38’ini barındırır hale gelecek.

Yapay zekanın her alana sızdığı ve her şeye gözünü diktiği bir zaman diliminde insanın hala ihtiyaç duyulan bir “kaynak” olması manidar. Bir yanıyla da sevindirici. İnsana ihtiyacı kalmamış bir dünya kimsenin hedefi olmamalı.

(17 Kasım 2023 tarihli Oksijen gazetesi yazım.)

Yorumlar

Görüşlerinizi paylaşın: