Bir sen değil, herkes hasta

2023 yılının en çok okunan makalelerinin listesi dünya genelinde ruh ve zihin sağlığımızın pek de iç açıcı olmadığını gösteriyor.

“Bir hastalık olarak depresyon ile ev kirası maaşından fazla olduğu için mutsuz ve umutsuz hisseden kişilerin ruh halini birbirinden ayırt etmek gerekir. Birincisi sağlık hizmetlerinin, ikincisi çalışma koşullarının iyileştirilmesini gerektirir. Sosyoekonomik bir krizin içinde çırpınan insanların ruh sağlığını psikiyatrist ve psikologlardan medet umarak değil sosyo-ekonomik durumlarını iyileştirerek, sosyal destek sistemlerini harekete geçirerek azaltabilirsiniz.” Bu sözler Sokratik iğnelemelerinden hem feyz hem de keyif aldığım Psikiyatrist Doktor Agah Aydın’ın gazetemizden Işıl B. Cinmen’e verdiği beyanattan.

Toplumu etkileyen iki kavramdan bahsedebiliriz: istek ve arzu. İstek; bilinçli olarak, gereksinimlerimiz doğrultusunda talep ettiğimiz bir şeydir. Arzu ise gereksinimin ötesini yoklar. İnsanı diğer varlıklardan ayıran özellik budur. Ne olduğunu bilmediğimiz bir kayıp / eksik vardır ve onu tamamlamaya çalışırız.

Agah Aydın

Bunları aklıma getiren, Pocket’ın “2023’te En Çok Okunan Yazılar” listesi oldu. Pocket, internette ilginizi çeken içerikleri tek tıkla arşivlemenizi sağlayan ücretsiz bir hizmet. Aynı zamanda kullanıcılarının kaydettiklerini analiz ederek günün (ve en nihayetinde yılın) en popüler makalelerini derleyen eşsiz bir kaynak. 20 milyona yakın üyesinin geçtiğimiz sene boyunca kaydettiği yüz milyonlarca sayfanın özeti, sadece Türkiye’de değil; dünya genelinde de zihnimizin ne kadar karışık, duygu durumumuzun ne kadar sıkıntılı olduğunun belgesi durumunda.

Kaybolanların ipuçları

En çok arşivlenen makaleler listesinin başında BBC’den Melissa Hogenboom’un 6 haftada beynini nasıl yeniden programladığını anlatan yazısı var. Türkçede “bilinçli farkındalık” olarak anılan “mindfulness” konusuna odaklanarak dikkat dağınıklığı, stres, depresyon ve anksiyete hallerini nasıl aştığını özetliyor.

Ardından “New York Magazine”in alt yayını “The Cut” sitesinde toplum içinde yeni davranış kodlarını (adab-ı muaşeret diyelim) anlatan makalesi geliyor. Yeni başlamış ilişkilerdeki sohbette Tinder hatıralarının dozu, ilk buluşmadan sonra ölü taklidi yapma (ghosting) taktikleri, muhabbet esnasında söylenecekler ve söylenmeyecekler gibi konulara yönelik ipuçları. Hepsi neredeyse içgüdüsel olarak varılacak sonuçlar olsa da dijital çağda ilk yardım çantasına dönüşmüşler.

Üçüncü sırada The Atlantic dergisinin olduğun yaş ile sandığın yaş arasındaki farka eğilen makalesi var. 40 yaşını geçenler genellikle kendini mevcut yaşından yüzde 20 daha genç hissediyormuş. Instagram’ın İbo Show ile yarışan gençleştirme filtrelerinden sonra insanın gerçek suretiyle karşılaşması kolay olmamalı. Hala nasıl üretilmediğine şaşırdığım “kendinden filtreli ayna” umarım 2024’te hayata geçer ve hepimiz rahat bir nefes alırız.

Dördüncü makale 25 yıldır aile terapisti olarak çalışan bir Kanadalı uzmanın ilişkilerin bitme sebebini anlatıyor. Şeytanın bile aklına gelmeyecek bir anafikri var: Cep telefonu bütün kötülüklerin anası.

Hemen ardından Quanta dergisinin depresyonun gerçek sebepleri üzerine yazısı geliyor. Toplumun yüzde 80’i (ve ilaç şirketleri) depresyona gerekçe olarak serotonin eksikliğini gösterse de asıl sebep “triptofan” adlı bir aminoasitmiş. İnsan vücudunda sentezlenemediği için ancak soya fasülyesi, inek sütü, bezelye, ceviz, mısır ve muz gibi gıdalardan harici olarak alınabiliyormuş. Dahası, bazen sırf genetik sebepler yüzünden depresyona meyilli olabiliyormuşuz. Yazı okuyucularını antidepresanlar konusunda şöyle uyarıyor: “Aspirin ile baş ağrısının geçmesi, baş ağrısının Aspirin eksikliğinden kaynaklandığı anlamına gelmez.”

Devamında Wired dergisinin yağ, şeker ve tuz üçlüsünün en tehlikeli kombinasyonu olan ultra-işlenmiş gıdalara yönelik uyarısı geliyor. Tavsiyesi adeta Mark Hyman’ın kaleminden çıkmış gibi: Yiyeceklerinizi evde kendiniz hazırlayın, tam tahıl ve yağsız proteinlerle dengeli bir diyet oluşturun ve paketli gıdaların etiketlerini dikkatlice okuyun.

Listenin sonunda The New York Times gazetesinin “Yaşadığımızı tekrar nasıl hissedebiliriz?” başlıklı yazısı var. Hayattaki her tecrübeye açık olmak, bizi rahatlatan şeyleri bulmak tarzı tavsiyelerle bezel; tami bir klişeler yumağı.

Ağacın kurdu kendinden

Bu başlıkların bize anlattığı şeye çok da yabancı değiliz. Sıkıntımızı gidermek, eğlenmek, mutlu olmak için yüzümüzü döndüğümüz ekranlar aksine daha fazla sıkıntı ve mutsuzluk veriyor. Günde ortalama 7,5 saatini internette geçiren Türkiye’nin günde 4 milyon 420 bin antidepresan tüketmesi tesadüfi değil. Tedavi adına her tür ekrandan uzak bir yaşam salık veriliyor. Ne var ki bu hem zahmetli hem de yüksek maliyetli bir yöntem.

TÜRK-İŞ raporuna göre Kasım 2023 itibariyle dört kişilik bir ailenin (kira, giyim, eğitim, ısınma, elektrik, iletişim ve ulaşım gibi giderler hariç) sadece beslenme gideri aylık 14 bin lira. Nüfusun yarısının gelirini temsil eden asgari maaşın ulaştığı seviye ise 17 bin lira. Yani Türk halkının televizyon ve internet dışında bir seçeneği yok gibi. İşin garibi, alternatiflerin daha ulaşılabilir olduğu ülkelerde de insanların tercihi yine irili-ufaklı ekranlardan yana.

Agah Aydın’ın dikkat çektiği şekilde ya da depresyon ile mutsuzluğun ve umutsuzluğun ayırdına varabilecek miyiz bilemiyorum. Fakat Pocket sitesinin “2024 Yılında En Çok Okunanlar” listesin geçen seneden çok farklı olmayacağına neredeyse eminim.

(5 Ocak 2024 tarihli Oksijen gazetesinde yayımlanan yazım.)



Yayın Tarihi:

Kategori:


Yorumlar

Görüşlerinizi paylaşın: