M. Serdar Kuzuloğlu

Ulusal egemenliği tanımlayan teknolojiler

Dijital sistemler dünyayı ülke sınırlarından bağımsız bir ortak mekanizmaya dönüştürdü. Huzur ortamında kusursuz işleyen bu yapı, gerilimin arttığı dönemlerde kırgınlığıyla endişe yaratıyor.

Katolik ve Protestan hıristiyanların 16. yüzyılda başlayan mezhep gerilimi, kısa sürede kanlı bir savaşa dönüştü. Avrupa’yı ekonomik ve sosyal çöküşe sürükleyen bu çatışmanın kimseye fayda sağlamayacağının anlaşılması seksen yıl aldı. Tarafların 1648’de imzaladığı Westphalia Antlaşması hem bugünkü Avrupa devletlerini tanımladı hem de ülkelerin sorunlarını savaşla değil diplomasi ile çözmesini önceleyen barışçıl bir dönem başlattı.

Anlaşmanın en önemli çıktısı ise “ulusal egemenlik” tanımı oldu. Devletlerin kendi sınırları içinde tek yetkili olması, diğer devletlerin iç işlerine müdahalenin engellenmesi, dini ve ideolojisi ne olursa olsun her devletin eşit sayılması gibi olgular bu belge ile hayata geçti.

Westphalia Antlaşması’nın prensipleri 21. yüzyılda da geçerliliğini koruyor. Fakat ulusal egemenlik ya da içişleri gibi soyut kavramların tanımı her gün biraz daha zorlaşıyor. Zihinlerin, süreçlerin ve ekonomilerin dijital teknolojiler ile küreselleştiği ve sayısız kesişime sahip olduğu bir dönemde sınırları tanımlamak kolay iş değil. 10 sene önce adı bile anılmayan teknolojiler, bugün ülkelerin rekabetini tanımlar hale geldi.

Uydu tabanlı internet

1957’de Sovyetler Birliği’nin fırlattığı “Sputnik 1” adlı uydu, iletişimin uzaya taşmasının ilk adımıydı. 1960’larda televizyon ve radyo yayınları için kullanılan emsalleri, doksanlı yıllarda internet erişimi de sunmaya başladı. O dönem hayli yüksek maliyeti ve yavaşlığı sebebiyle çok kısıtlı bir kullanıma sahne olan bu seçenek, 2015 yılında yeni bir aşamaya geçti.

Elon Musk’ın uzay girişimi SpaceX, Starlink adlı iştirakiyle uydular üzerinden küresel çapta internet erişimi sunacağını duyurdu. 2019’da hayata geçen hizmet, OneWeb ve Amazon Kuiper gibi rakiplerin de yolunu açtı. Ocak 2025 itibariyle Starlink 7 binden fazla uydusuyla 120 ülkedeki yaklaşık 5 milyon aboneye hizmet veriyor. Kalan ülkeler için lisans başvurularının sonucu bekleniyor.

Minik bir çanak anten ile dünyanın her noktasından yüksek hızla internete erişebilmek yeterince cazip bir teklif. Madalyonun diğer yüzü ise ürpertici. 120 ülke, internet erişimi gibi hayati bir hizmet konusunda ABD merkezli bir özel şirkete bağlı. Dahası, şirketin sahibi Elon Musk.

Elbette her ülkenin internet erişimi için alternatif oluşturacak kendi mobil ve sabit altyapısı var. Ancak rekabet ulusal ağların aleyhinde işliyor. Starlink’in bir ülkede hizmet vermeye başlaması (kabaca) tek bir imzaya bakıyor. Ülkeye özel herhangi bir fiziki kurulum yapması gerekmiyor. Ulusal ağlar ise kapsama alanını geliştirmek için sürekli yatırım yapmak ve onu ayakta tutmak için bütçe ayırmak zorunda. Bunlar ancak abone gelirleriyle mümkün. Starlink az aboneye sahip olduğu bir ülkenin zararını çok aboneye sahip olduğu bir başka ülkeden çıkarabilir. Ulusal ağların ticari ufkuysa kendi sınırlarına mahkum. Starlink’in lisans al(a)madığı birçok ülkede kaçak çanak antenlerle kullanıldığını da unutmayalım.

Starlink ağı ABD yönetimi ile simbiyotik bir ilişki içindeki Elon Musk’ın iki dudağı arasında. Dolayısıyla milyonlarca abonenin can damarı, uluslararası ilişkilerdeki her dalgalanmadan etkilenebilecek durumda. Veri güvenliği de yabana atılmayacak bir diğer endişe.

Tehlikeyi sezen Avrupa Birliği ve Çin, bu bağımlılığı giderebilmek için kendi alternatif uydu ağlarını kurmak için kolları sıvadı. AB’nin 11 milyar euro bütçeyle 2024’te duyurduğu “IRIS” adlı uydu tabanlı internet ağı projesinin 2030’da hayata geçmesi hedefleniyor. Çin de yine geçtiğimiz sene 38 bin uyduluk bir rakip ağ üzerinde çalışmaya başladı. (Bu ağlar da küresel çapta hizmet verecek.)

Kripto Paralar

Dijital paranın tarihçesi seksenli yıllara dayanıyor. Küresel bir fenomene dönüşen kripto paraların hikayesi ise 2008 yılında duyurulan Bitcoin ile başlıyor. ABD’de birçok finansal kurumun batmasına sebep olan ve milyonlarca mağdur yaratan ekonomik krizin meyvesi Bitcoin, 3 Ocak 2009’da üretilen ilk blok ile hayatımıza girdi.

Devletlerin düzenlemelerinden, kısıtlamalarından ve finansal kurumların hegemonyasından bağımsız bir düzen hayaliyle ortaya çıkan kripto paralar bugün 10 binden fazla seçenekle, 3 trilyon dolardan büyük bir piyasa. Ancak ulusal güvenliğin can damarı finans sistemine alternatif olmasını sağlayan “anarşik” yapısından eser kalmamış halde. Bu ekosistem bireyler arası, anonim ve merkeziyetsiz yapısıyla nam salmıştı. Bugünse devletlerin yerel düzenlemeleriyle uyumlu çalışan merkezi borsalar üzerinde, tüm kimlik bilgileri paylaşılarak ve yine ilgili devletlerin vergi düzenlemelerine tabi hizmet veren “uysal” bir seçenekten ibaret.

Kripto paraların küresel para birimi olarak işlem gören ABD dolarına alternatif oluşturma hevesi çabuk söndü. Bitcoin’i resmi para birimi olarak kabul eden ilk ülke El Salvador, muhtaç kaldığı IMF’nin dayatmasıyla bu kararı yürürlükten kaldırmak durumunda kaldı. Kimi ülkelerin ulusal egemenliği tehdit olarak algıladığı kripto paralar diğer yandan Suriye, Rusya, Kuzey Kore gibi yaptırımlara tabi ülkelerin aynı konuda can simidi oldu.

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 134 ülkenin Merkez Bankası “CBDC” olarak anılan ulusal dijital para birimi üzerinde çalışıyor. Nijerya, Bahamalar ve Jamaika’da şimdiden kullanıma başlandı bile. Tüm mali işlemlerin dijitalleştirilmesini hedefleyen bu girişim, nakit parayı ortadan kaldıracağı için haklı bir endişe yaratıyor. Ulusal güvenlik için çıkılan yolda, her kuruşun takip edildiği ulusal bir denetimin pençesine düşmek de var. (Bu sistemin ayrıntılarını “Programlanabilir para ile programlanacak hayatlar” başlığıyla ayrı bir yazıda aktarmıştım.)

Elektrikli Araçlar

Benzinle çalışan ilk otomobil Alman Mühendis Karl Benz tarafından 1885 yılında üretildi. İlk elektrikli otomobil ise İskoçyalı Mucit Robert Anderson tarafından 1830’da tanıtıldı. 55 sene önce!

Dünyanın ilk otomobili: Benz Patent-Motorwagen.

2024 yılında satılan yeni araçların yüzde 18’i elektrik motorluydu. Çin gibi pazarlarla bu oran yüzde 50’ye ulaştı. Yine de toplam araç sayısı içindeki elektrikli payı hala marjinal seviyede. Oysa 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında sadece ABD’de elektrikli araç satışları yüzde 28 seviyesindeydi. Tarihin akışını değiştiren “petrol lobisi” oldu.

Elektrikli araçları yalnızca enerji kaynağı açısından farklı bir seçenek olarak nitelemek fazlasıyla yanıltıcı. Yeni nesil araçların en büyük farkı teknolojik altyapılarının sunduğu imkanlar. Bu “akıllı cihazlar” aynı sebeple egzozlu rakiplerine kıyasla fazlasıyla “merkezi”. Yazılım ile tanımlanan özelliklerinin bir kısmı onları ulusal bir güvenlik sorununa dönüştürme potansiyeline sahip.

En güncel örneklerinden biri geçen sene haberlere yansımıştı. Ukrayna cephesine Rusya saflarında dahil olan Çeçenlerin lideri Ramazan Kadirov, kasasına otomatik tüfek monte ettiği Tesla marka kamyonetini sosyal medya hesabında paylaşınca, o dönem (bugünün aksine) Ukrayna’yı destekleyen Elon Musk aracı çalışmaz hale getirmişti. Binlerce kilometre öteden. Tek bir sinyal ile.

Netflix’te yayımlanan 2024 tarihli “Left Behind” filminden bir kesit.

Bu “kabiliyetin” her elektrikli araçta mümkün olması başlı başına bir ulusal güvenlik sorununa işaret ediyor. Uzaktan durdurulabilen araçların aynı şekilde başka amaçlarla kullanılma ihtimali de var. Yazılımları açık kaynaklı olmadığı için olasılıkların sınırını kestirmek güç. Elektrikli araç pazarının Çinli markaların hakimiyetinde olması da bu paranoyayı besliyor.

Veri ve Teknoloji Sahipliği

Bilişim sektörü doksanlı yıllar boyunca müşterileri için “yerel” veri merkezleri kurmak için çabaladı. Her kurum, kendi ihtiyaçları doğrultusunda sunucular satın aldı. Bunlar için özel yapılar inşa etti. Hatta doğal afet risklerine karşı farklı bölgelerde yedeklerini kurdu.

İki binli yıllarda “bulut bilişim” stratejisiyle tam tersi bir süreç başladı. Artık şirketler verilerini saklamak için bu tip yatırımlar yapmak zorunda değildi. Küresel teknoloji devleri bu amaçla kurduğu devasa altyapıları ihtiyaç sahiplerine, ihtiyaç duyduğu kadar kiralıyordu. Şirketler bu yapıları işler halde tutmak, ölçeklemek, güvenliğini sağlamak, yedeklemek ve bunlar için gerekli uzman personeli istihdam etmek gibi dertlerle uğraşmak zorunda değildi.

Bulut bilişim havarilerinin rakipleri o dönem meşhur bir sloganı tekrarlayıp duruyordu: “Bulut bilişim diye bir şey yoktur, başkasının bilgisayarı vardır”. Kimse oralı olmadı. Cazip ve düşük maliyetli vaatler galip geldi ve veriler kısa sürede Google, Microsoft ve Amazon’un başını çektiği bir avuç şirketin dev merkezlerinde toplandı.

Barış ve huzur ikliminin hüküm sürdüğü dönemde kulağa gayet makul gelen bu seçenek, uluslararası gerilimlerin arttığı bu günlerde ulusal güvenlik için bir tehdit unsuruna dönüştü. İlk ürpertici gelişme ise bu ay yaşandı. ABD Başkanı Donald Trump bir kararnameyle özellikle yapay zeka odaklı kullanılabilecek bulut bilişim çözümlerine geniş çaplı bir kısıtlama getirdi. Bu yapılar (aralarında Türkiye’nin yer alMAdığı) 18 ülke dışındakilere kapatıldı. Yeni düzenleme yüksek teknoloji çiplerin ihracatını ve bulut üzerinden kullandırılmasını da engelliyor.

(28 Şubat 2025 tarihli Oksijen gazetesi yazım.)


Yorumlar

2 yanıt

  1. Sedat avatarı
    Sedat

    Kablolu ağlar birgün koparıldığında kripto sektörünün büyük kısmının Trump’un veziri Elon Musk’un dolayısıyla Amerika’nın güdümünde olması kuvvetle muhtemel ki Amerikanın ebedi çıkarlarına hizmet ettiğini ispatlamayan hiçbir şımarık çocuğun kaprisini Pentagon çekmez. 🙂

  2. Mehmet Bulut avatarı
    Mehmet Bulut

    Bir oyunda ultra teknolojiler geliştirip distopik bir şekilde çöken dünya sisteminin ardından bir takım ruhani liderler küçük topluluklarına şu cümleleri tekrarlatıyordu: “Teknoloji bir günah, Elektrik bir günah”
    “Technology is a sin, electricity is a sin”

Görüşlerinizi paylaşın: