Covid-19 sürecinde geliştirilen aşılarla birlikte gündelik dilimize “mRNA” adlı bir sözcük girdi. mRNA’yı en basit tanımıyla aktardığı bilgiyle hücrelere “şu proteini üret” komutu veren bir “haberci” olarak düşünebilirsiniz. Bu sayede vücudumuz Coronavirus’ü etkisiz hale getirecek savunma mekanizmasını oluşturabiliyordu. Bir de “gRNA” var. O ise, hücrelere nerelerde değişiklik yapması gerektiğini tarif eden bir “rehber”.
1987 yılında Japon bilimciler E.coli adlı bakteride “CRISPR” adı verilen özel bir dizilim fark etti. Buradan yola çıkan Amerikalı Jennifer Doudna ve Fransız Emmanuelle Charpentier, Cas9 enzimini kullanarak DNA’nın düzenlenebileceğini keşfederek 2020 yılında Nobel Kimya Ödülü kazandı. Bu teknik sayesinde DNA’nın değiştirilmek ya da yok edilmek istenen kısmı rehber gRNA ile tanımlanabiliyordu. Bir başka deyişle artık canlıları programlamak mümkün hale gelmişti. “CRISPR-Cas9” adı verilen bu yöntem ile sadece 4 harflik bir alfabe kullanarak her canlının yapıtaşını oluşturan DNA içindeki her değişken üzerinde hakimiyet kurulabiliyordu.
Saçımızın ya da gözümüzün rengine, boyumuzdan hastalıklarımıza kadar her şeyi düzenlemek artık mümkündü. Hastalıklara dirençli tohumlar ya da deneyler için özel hayvanlar üretmek de. Tahmin edileceği gibi bu yeni imkan beraberinde yaşama müdahale hakkımızın nerede başlayıp nerede bittiğine yönelik büyük bir tartışmayı başlattı.
Vızıldayan bela
Yaz aylarını kabusa çeviren sivrisinekler sadece sinir bozucu vızıltıları ve kaşındıran ısırıklarıyla değil; dünyanın en çok ölüme sebep olan sıtma hastalığını yaymaları sebebiyle de insanlığın en büyük dertlerinden.
“Target Malaria”, bu konuda kafa yoran ekiplerden biri. Yakın zamanda geliştirdikleri gen mutasyonu tekniğiyle dişi sivrisineklerin doğurganlığını ortadan kaldırmayı başardılar (dişi sivrisinekler kan ile, erkekler meyveler ile besleniyor). Çiftleşme ile aktarılan ve doğurganlığı yok eden bu “soykıran gen” sivrisineklerin kelime anlamıyla kökünü kurutuyor.
Target Malaria’nın çözümü şimdiden Uganda ve Burkina Faso gibi sıtmadan her yıl on binlerce kişinin öldüğü bazı Afrika ülkelerinde uygulanıyor. Soktuğu canlılara yerleştirdiği larvasıyla yavaş ve acılı ölümlere sebep olan bazı parazit sinekler ve hastalık bulaştıran fare türleri de aynı yöntemin hedefleri arasında.
Bir yanıyla kulağa hoş gelse de bu özünde yaşamın akışını düzenleyen doğal seçime yönelik geri dönüşü olmayan bir müdahale. İnsanlığın konforu adına doğal besin zinciri içinde başka canlıların ihtiyaç duyduğu türleri yok etmeyi göze almak hiç de kolay bir tercih değil. Üstelik aynı teknik ile çalışarak (örneğin) sivrisineklerin sıtmaya yol açan parazitini yok etmek de mümkünken.
CRISPR tekniği yalnızca yok etmekte görev almıyor. Aynı mantıkla soyu tükenmiş canlıların DNA’ları ile onları yeniden var etmek üzerine çalışmalar da sürüyor. Elbette aynı tartışmalar eşliğinde.
İnsanı programlamak
2010 yılında J. Craig Venter’in ekibi, bilgisayarda yazdıkları kodlarla laboratuvar ortamında oluşturduğu sentetik DNA ile yepyeni bir bakteri “üretti”. Başka bir deyişle daha önce doğada var olmayan bir türü “yarattı”. Üstelik bu bakteri bölünerek çoğaldı ve kendi proteinlerini üretmeye başladı. Bu gelişme sadece biyoteknolojide yeni bir çağı başlatmakla kalmadı; “yaşam” tanımını da sorgulanır hale getirdi.
Öte yandan Japonya ve İsrail’de yapay rahimlerde embriyo gelişimi başarıldı. Yani teorik olarak bir anneye (rahme) ihtiyaç duymadan doğabilecek “laboratuvar bebekler” olasılıklar arasına girdi. Benzer şekilde 2018’de Çin’de CRISPR ile genetiği değiştirilmiş bebeklerin “üretildiğini” de hatırlamakta fayda var.
Genetiğe yönelik müdahalenin en tartışmalı alanı “insan” çünkü senaryoların bir kısmı heyecan, diğer kısmı ise ürperti veren cinsten.
Örneğin Türkiye dahil pek çok ülkede gebelik sürecindeki taramalarda tespit edilen bazı anomalilerde 24. haftaya kadar kürtaj yapılabiliyor. CRISPR-cas9 ise (yine teorik olarak) “tasarım bebekleri” mümkün kılıyor. Doğacak çocuğun cinsiyeti, boyu, kilosu, göz ya da saç rengi; hatta vücut hatları DNA bazında tanımlanabiliyor. Diğer yanda genetik hastalıklara direnç gibi değişkenler var. “Çocuğunuzun Alzheimer olmasını engelleyelim mi?” gibi soruların yanıtını tahmin etmek güç değil. Fakat bunun bir “bedeli” olacağı da muhakkak. Böyle bir gelecekte hastalıkların sadece düşük gelir gruplarının “kaderi” olması söz konusu.
Daha da ileri bir vizyonda yapay rahimlerde “üretilebilir” ve DNA bazında her ayrıntısı tanımlanabilir hale gelen embriyolar ile “talebe yönelik insan formları” yaratmak gibi ihtimaller var. Korku ve heyecan bilmeyen asker ırkları, yorulmak bilmeyen ya da insani arzular taşımayan köle sınıfları gibi hayal gücüyle sınırlı pek çok seçenek olası.
İnsanlığın bilimi ve teknolojiyi kullanarak yaşamın her ayrıntısını şekillendirme dürtüsü, çok yakın bir gelecekte anne-baba adaylarından siyasi liderlere kadar herkesi zorlu sorularla karşı karşıya bırakacak.
(13 Haziran 2025 tarihli Oksijen gazetesi yazım.)
Görüşlerinizi paylaşın: