Güney Kore saflarında 15 bin asker ile destek verdiği Kore Savaşı, Türkiye’nin NATO’ya giriş bileti olarak da anılır. 2 bin 300 Türk askerinin geri dönemediği ve Güney Kore’nin zaferiyle sonuçlanan bu çarpışma hem Soğuk Savaş’ın hem de Güney Kore’nin tarihi seyri adına en belirleyici unsurlardan biri olur.
Güney Kore ve Türkiye o dönemde nüfus, yaş dağılımı, şehirleşme oranı gibi demografik değerlerde neredeyse başabaş bir seyir izliyordu. Ekonomik olaraksa Türkiye, Güney Kore’nin iki katından fazla kişi başı gelire sahip, gayrısafi yurtiçi hasıla olarak 3 kat zengin, sanayi hacmi olarak yüzde 60 ihracat hacminde 10 kat daha büyüktü.
Klasik (ve fakir) bir Asyalı tarım ülkesi Güney Kore, galibiyetin verdiği moral ve güç ile vites büyütmeye karar erdi. Hiçbir doğal maden zenginliği olmadığından ibre sanayi ile kalkınmaya çevrildi. Dönemin en karlı ve gelecek vaat eden çelik üretimi, gemi yapımı, tekstil ve kimyasal madde geliştirme alanlarına odaklandılar. Bugün belleğimize yer eden Koreli markalar da aynı dönemde hayata geçti. 1970’lerdeki ağır sanayi hamlesine 1980’li yıllarda elektronik sektörü eklendi. 1990’larda yoğunlaştıkları dijital teknolojileri sekteye uğratan ise meşhur “Asya Krizi” oldu.
Düşük faiz ve döviz bolluğuyla desteklenen aşırı borçlanma, finansal kurum ve düzenlemelerin zayıflığı, yatırımların spekülatif alanlarda yoğunlaşması ve dövizi sabit kurda tutma hırsıyla şişen ekonomi balonu 1997 yılında patladı ve Endonezya, Malezya Tayland gibi bir dizi Asya ülkesini yere serdi. Ardından ekonomik küçülmeler, döviz kurlarında patlama, IMF müdahalesi, ayaklanmalar geldi.
Krizden en ağır yarayı alan Güney Kore; devalüasyon, IMF yaptırımları, yapısal reformlar ve (daha) serbest piyasa düzenine geçiş ile başlattığı reformları, ağır sanayi ve yüksek teknolojiye odaklanarak sürdürdü. Sonucu hepimizin malumu.
Kozu belirleyen oyuncular
Kısaca özetlemeye çalıştığım bu uzun süreç, Türkiye’nin buhranları ve açmazlarında Güney Kore’nin neden sıkça gündeme geldiğinin de yanıtı. Anafikir olarak sunduğu ise yine sıkça duyduğumuz bir kavram: “Katma Değer”. Dilimize ilk olarak 1985’te KDV ile giren “katma değer”, en basit haliyle ürün ve hizmetlerde farklılaştırıcı, benzersiz unsurlar yaratma çabasını temsil ediyor. Teorideki bu yalınlık, pratikte çok daha karmaşık, maliyetli ve uzun vadeli çabalar gerektiriyor. İçinde bulunduğumuz döneme has zorluk ise gerçek anlamda rekabetçiliği sağlayan katma değerin ne olduğunu anlayabilmek.
Bu alanda uzun süredir iz süren iki kurumun 2024 seçkisi, ipucu toplamak adına gayet bereketli. İlki (ABD) MIT Üniversitesi’nin 125. yaşına basan “Technology Review” dergisi. Bu seneki “35 Yaş Altı 25 Yenilikçi Kişi” listesi materyal bilimi, iklim ve enerji, biyoteknoloji, robotik ve yapay zeka başlıklarında yeni ufukları tanımlıyor.
Materyal alanında giyilebilir cihazlara yönelik yapay kas lifi, binalarda ısı yalıtımı sağlayan cam-seramik alaşımlı kaplama, işlemcilerin çalışma ısısını düşürerek veri merkezlerinin soğutma yükünü hafifleten ve böylece karbon salımını düşüren metal köpük gibi icatlar dikkat çekiyor. Biyoteknoloji alanında vereme yol açan bakterinin tespitini hızlandıran yöntem, CRISPR uygulamalarını kolaylaştıran virüs benzeri parçacıklar, biyopsi görüntülemeyi genetik sıralamayla birleştirerek kişiselleştirilmiş ilaçlar geliştiren teknik ve bakterileri yok etmek için mikropları programlayarak tarımda pestisit kullanımını ortadan kaldıracak inovasyonlar var. Gelişmeler diğer kategorilerde de benzer seviyede devam ediyor.
Yapay zeka alanındaki 100 öncüyü içeren TIME dergisinin listesi ise sektöre yön verenlerin sıralandığı “Shapers” kategorisiyle dikkat çekiyor. Yol gösterici son liste ise teknoloji sektöründeki başarılı yatırımlarıyla tanınan ABD merkezli “Andreessen / Horowitz” fonunun yapay zeka tabanlı uygulamaları içeren 100 maddelik listesi.
2024 yılı itibariyle dünyanın en değerli 20 şirketinin yarısı teknoloji sektöründe hizmet veriyor. Enerji devi Aramco’yu hariç tutarsak kalan kısmının da tamamı yine teknolojinin yarattığı katma değerle var olan yapılar. Dolayısıyla önümüzdeki uzun süreçte rekabetçi katma değeri yaratacak unsurun teknolojik hamleler olduğu çok açık. Ancak herkesin hemfikir olduğu bu gerçeğin ardında aşılması gereken dev engeller var. 17. yüzyılda İngiltere’deki çitleme (enclosure) hareketini andıran ticari patentler, yetenekli beyinleri (ve sermayeyi) kendine çekerek rekabet avantajı sağlayan cazibe merkezleri, ticari savaşların yaptırımlarıyla bölünen pazarlar ve belirli bölgelere yoğunlaşan küresel yatırım destekleri gibi uzun bir liste bu.
Özetle gündeme sıkça gelen ve geleceğin refahını tanımlayan “rekabetçi olmak” ve “katma değer yaratmak” kavramları, karmaşık; sabır, sermaye ve teşvik gerektiren bir süreç istiyor. “Günü kurtarmak” ile “geleceğe bakmak” arasındaki zorlu seçim, bir kere daha koz kartı olarak masada.
(13 Eylül 2024 tarihli Oksijen gazetesindeki yazım.)
Görüşlerinizi paylaşın: