Zamanı hapseden objelerin arasında

Zamanın nasıl geçtiğini düşünecek bile zamanımızın olmadığı su çağda geçmişi hatırlamanın yollarından biri de eski objelere yeniden bakmak.

Bir dönem meşhur haberlerdendi çöp evler. Ne bulduysa saklayanların çoğu zaman komşuların kokudan, civarı saran böceklerden yana şikayetleriyle ortaya çıkan gizli dünyaları. Zabıta ya da polisin birinin evine girerek sahiplendiği şeyleri kamyonlara doldurup çöpe atması kanunen neye dayanır bilemiyorum. Ama tonlarca çöp çıkan evlerin haberleri hafızamda taze. Şimdilerde kalmadı herhalde.

Bir şeyleri saklama tutkusunun koleksiyonerlik ile -halk tabiriyle- çöpçülük arasında gidip gelen hassas bir dengesi var. Bir şeyleri biriktirme arzusunun kökenini düşününce ölüm korkusu, geçmişi yeniden yaşama isteği, bugünün mutsuzluğunu geçmişin mutlu anlarıyla bastırma dürtüsü gibi dallı budaklı onlarca ihtimal arasında gidip geliyorum.

Eminim hepinizin atmaya kıyamadığı, görünce almak istediği bir şeyler vardır. Bir dönem peçete koleksiyonu diye bir şey vardı; hatırlarsınız belki. Kağıt peçetenin şimdiki gibi sıradanlaşmadığı dönemde her kız evinde bir örneği vardı. Çin işi on paralık çakmaklar dünyayı kanser hücresi gibi sarmadan önce hayatımızda büyük yeri olan kibritler de önemli bir koleksiyon objesiydi. Çocukken sokaktan topladığımız boş kibrit kutularının yüzlerini yırtıp iskambil kağıdı misali türlü çeşit oyunlar oynadığımızı hatırlarım (pişti benzeri olanı bayağı popülerdi örneğin).

Pul koleksiyonu ise cinsiyetten bağımsız ata sporumuzdu (e-posta çağıyla beraber böylece ‘gel sana pul koleksiyonumu göstereyim‘ esprisi de tarih oldu). Düşününce ben bile son pulumu 2011’de almışım (ilginç bir ironi olarak PTT pullarımı yolladığı zarfa kendisi bile pul yapıştırmamıştı). Anılarınız depreştiyse eğer aklınızda bulunsun; PTT hala filateliyi ayakta tutmaya çalışıyor.

Son aldığım seride meşhur Selvi Boylum Al Yazmalım filmine ait bir anma serisi de vardı.
Son aldığım seride meşhur Selvi Boylum Al Yazmalım filmine ait bir anma serisi de vardı.

Disiplinli bir koleksiyoner değilim. Bir kenara koyduğum şeylerin çoğu zamanla gözümdeki anlamını yitiriyor. Eskiden sıkıldığım şeyleri etrafımdaki heveslilere veriyor ya da -daha kötüsü- atıyordum. Bir süredir üşenmezsem Tavan Arası isimli bloguma ekliyorum vedalaşmadan önce.

Koleksiyonun teşhiri de ayrı mesele. Ve koleksiyonun kaderi açısından çok önemli. Çünkü yaşadığınız alanla bütünleştiremeyince kutulara, çekmecelere, depolara sıkışıyor ve bir süre sonra gözünüzde ‘çöpe’ dönüşüyorlar. Bir hışımla kurtuluveriyorsunuz (ve genelde pişman oluyorsunuz).

Yine de her şeye rağmen hala biriktirdiğim, buldukça bir kenara koyduğum şeyler yok değil. Saatler, Game&Watch‘lar, eski bilgisayarlar, kurşun askerler, zarlar (FRP’ler hariç zar ile oynanan hiçbir oyunu bilmem oysa), tattığım ve beğendiğim puroların yüzükleri, Vespa aksesuarları… Birkaç tane de istesem de vazgeçemeyeceğim, gönül bağım olan şeyler var; bir anlamda beni bir anlamda hayata bağlıyorlar.

İnternetin gerçekten nimet olduğu alan

Biriktirme, saklama hastalığına tutulup birkaç defa çuvallarla ‘mal’ attıktan sonra daha seçici olmaya başlıyorsunuz. Üstelik bu çağın biriktiricileri olarak bizden önce kimseye nasip olmayan bir madenimiz var: internet! Tamamen bu işe özel kategorileriyle Gittigidiyor‘u, Sahibinden‘i, eBay‘i, falanı, filanı derken neredeyse dünyanın bütün nadir / sıradan objeleri ekranınızdan akıp gidiyor. Ama bu iş biraz da dokunma işi. Bakacaksın, tutacaksın, hissedeceksin… İşte bu yüzden antikacılar, sahaflar önemli.

Eski objeler bilmediğiniz ya da unuttuğunuz ayrıntıları da öğretiyor size bazen. Devletin 'olgunluk belgesi' verdiği yılları mesela...
Eski objeler bilmediğiniz ya da unuttuğunuz ayrıntıları da öğretiyor size bazen. Devletin ‘olgunluk belgesi’ verdiği yılları mesela…

İstanbul’da yaşayanlar nispeten şanslı. 1400’lü yıllardan beri ayakta kalan Beyazıt sahafları kitaplar ve baskı objeler adına hala bir şeyler barındırıyor. AVM ve çokuluslu kafelerin işgaliyle fırlayan kiralara rağmen direnebilen kimi sahaflar Beyoğlu’nun rutubetli pasajlarında meraklılara hizmet veriyor. Kadıköy tarafında Akmar ve civarı, Çukurcuma ve Ortaköy’ün antikacıları derken iyi-kötü epey seçeneğe sahibiz aslında.

Bir de pazarlar var. Antikacı ya da bit pazarı olarak geçiyorlar. Bir tanesi evimizin olduğu Nişantaşı’nın hemen karşısında; Bomonti’de Pazar günleri kuruluyor. Elimden geldiğince uğramaya çalışıyorum (Cumartesi gecesi TV programım sonrası geleneksel muhabbeti yüzünden eve dönmem en erken sabah 07:00’yi bulduğundan genelde yorgun düşüp üşeniyorum).

Bu Cumartesi gecesi TV programındaki temamız X, Y, Z kuşakları, dijitalleşmenin yarattığı kırılımlar, kuşak pazarlaması, retro kültürü konuları eksenindeydi. Dolayısıyla Antika Pazarı ziyareti kaçınılmaz olmuştu. Şansıma İstanbul da pırıl pırıl güneşle ışıldayan bir Pazar günü yaşıyordu. Atladım Vecihi‘ye, Bomonti’nin yolunu tuttum.

Tozlu tezgahlar arasında

Bomonti Antikacılar Pazarı, kendisinden daha meşhur olan (ve Cumartesi günleri hizmet veren) Organik Pazarı‘nın yerinde kuruluyor. Gayet geniş bir alanda her hafta yüzlerce satıcı tezgahlarındaki malların meraklı alıcılarıyla buluşuyor.

Öğleden sonra gittiğim için kalabalığa kalmıştım. Dolayısıyla sabah erkenden uğrayan tecrübeli koleksiyonerlerden geride kalanlarla yetinmek zorundaydım. Zaten özünde bir şey peşinde de değildim. O tezgahlara bakmak bile yeterince eğlenceli benim için. Foursquare’den yaptığım check-in vesilesiyle beni takip eden 8-10 kişi de atlayıp gelmiş; tezgahların arasında karşılaştık, tanıştık, sohbet ettik. Birkaç başka tanıdık da eşleri, arkadaşlarıyla gelmiş dolanıyordu. Alışveriş merkezlerinin sıradan, birörnek vitrinlerinden bin kat evladır.

Bizim antika pazarlarında antikacı ile eskiciler çok ince bir çizgiyle ayrılıyor birbirinden. Tezgahlarda gerçekten antika değeri taşıyan ya da kendi kategorisinde kıymetli olan şeyler bulmak keçiboynuzu çiğnemek gibi bir tecrübe. Çoğu şey sıradan, bazısı artık çöp olarak bile kıymetsiz (kimi tezgahlarda sıradan tükenmez kalemler bile bulmak mümkün mesela).

Banyo musluğundan yüz yıllık kılıca, eski hesap makinalarından game&watch’lara, plaktan kasete, kazaktan otomobil yedek parçasına kadar aklınıza gelen (ve daha çok gelmeyen) hemen HER şeyle karşılaşmanın mümkün olduğu bir yer hayal edin. Fiyatlar çok da makul sayılmaz (ki bunu mekan yorumlarında da görebilirsiniz). Gayet aşina olduğumuz adamına göre fiyat çekme huyu epey belirgin. Her şey düz fiyatlı. 5, 10, 20, 50, 100, 1000 lira… Modern çağın pazarlama amentüsü ,99 ile biten fiyatlara rastlamak mümkün değil. Pazarlık da hep benzeri şekilde yuvarlak fiyatlarda bitiyor.

En üzücü ayrıntı ise koleksiyoner jargonunda ‘kondisyon’ olarak adlandırılan ayrıntıda ortaya çıkıyor. Ürünlerin çoğu o kadar hor kullanılmış ki sahip olma arzunuz köreliyor. Ama güzel şeylere denk gelmek de gayet olası.

Adının aksine bu pazarlardaki çoğu şey antika değil. Eski olan her şeyi antika olarak algılama yanılgısının bir uzantısı diyebiliriz.

Ziyaretçiler de ana hatlarıyla üç gruba ayrılıyor.

  1. Profesyonel ilgililer: Belirli şeyler topluyor ve her hafta yeni bir şey gelip gelmediğini öğrenmek (ve almak) için uğrayanlar.
  2. İhtiyaç sahipleri: Günlük giyim-kuşamlarını, eşya ihtiyaçlarını buradan karşılayanlar (kadınlar için broş, kolye gibi aksesuarlar hiç de fena sayılmaz hani). Bu grupta bazısı nostaljik değeri olduğu için bazısı da ucuz olduğu için alım yapıyor (30 liraya bayağı hoş bir kaban aldı bir kadın yanımda mesela).
  3. Meraklılar: Benim gibi hevesli tipler. (en kolay ‘yolunan’ grup).

Tezgahlara sinen hüzün

Tam bu noktada nedense üstünde kafa yormadığım ve üzülerek öğrendiğim bir bilgiyi de paylaşayım.

Geçen sene tesadüfen Bu Kaç Para Eder diye bir site keşfedip Twitter’da tanıtmıştım. Siteye gelen anlık trafik ile farkıma varan kurucusu Muazzez Bodur ile bu vesileyle tanışıp sohbet etmiştik.

Muhabbet sırasında birçok antikacı ve müzayedenin envanterini vefatlar sayesinde oluşturduğundan söz etmişti. Bir ömür boyu emek verilerek toplanan objeler, kitaplar, plaklar, sahibinin ölümünün ardından anlamsızlaşıyordu. Mirasçıları için gereksiz bir yığına dönüşen bu hatıralar, genellikle eskicilere, nadiren sahaf ve antikacılara üç otuz paraya satılıyor ve büyük bir kar marjıyla yeniden kıymetini bilecek yeni müşterilere sunuluyordu.

Kendini sürekli tekrar eden bu mahzun hikaye eminim hepimizin ailesinde, çevresinde tekrarlanmıştır.

Plak aldığım bir satıcı da bu hafta benzer bir hikaye paylaştı. Ölen babalarının 1.400 (!) plaklık arşivini alması için kapısını çalmışlar. “Neyi sattıklarından haberleri bile yoktu” dedi.

O koleksiyona harcanan emek ve paraya mı yoksa anlamını aktaramadığın çocuklarına mı üzülmeli?

İşte Antika Pazarı, sahaflar, müzayedeler ve türevleri böyle hüzünlü, bolca anılı, zamana, trendlere meydan okuyan ilginç mekanlar. Bu fırsatla aynı pazarın Çarşamba günleri Sarıyer’de Şehit Mithat Yılmaz Caddesi’nde, Cumartesi günleri Ataköy E5 yanındaki Airport AVM‘nin otoparkında kurulduğunu ve ‘bit pazarı’ formatlı bir örneğinin de Dolapdere’de hizmet verdiğini hatırlatmış olayım.

Bomonti Antika Pazarı’nın en çok iş yapan tezgahı bir antikacı değil. Girişte kokusunu alacağınız ve kafanızı sola çevirdiğinizde  göreceğiniz gözlemecinin önündeki kuyruk ve kalabalığın bir anlamı var. Organik peynir ve sebzelerden yapılan muhteşem lezzetli gözleme için ortalama 15 dakika beklemeniz gerekiyor. Hemen karşısındaki tezgahtan bir organik meyve suyu sıktırmayı da sakın ihmal etmeyin!

Şimdi müsadenizle (pikabım olmamasına rağmen) aldığım plaklarıma dönüyorum. Neyse ki tam aradığım tarz bir pikap da buldum sonunda!

Yorumlar

12 yanıt

  1. frdwrckilker avatarı
    frdwrckilker

    Şanslıyım ki ciddi bir pul ve plak koleksiyonunu babamdan devraldım. o da artık pek ilgilenmeme safhalarındaydı. bir de kalem tutkusu bulaştı. bir ara pikabım yokken insanlar gülüyordu plak alıyorum diye, garip.

    Bu arada yeni üretim pikaplar gerçekten kötü, eski üretimlerde iş var ama maalesef bu antika pazarında veya bulabileceğiniz yerlerde satıcılar farkında, pek kıymete binmişler.

  2. Olimpik Süs Havuzu avatarı

    Bu yazı öncesi ya da sonrası en az bir kere bu film izlenmeli. (Yazı için teşekkürler)
    http://www.11e10kala.com

  3. Muazzez Bodur avatarı

    Her ne kadar koleksiyonerliğin temelinde toplayıcılık olsa da koleksiyon oluşturmada uzmanlaşmak çok önemli. Bana koleksiyonerliğin ne olduğunu soranlara;

    Geçmişin değerlerini toplamak, onlarla birlikte yaşamak ve geleceğe taşımak.

    Koleksiyoneri sorduklarında ise;

    Kendisini ve çevresini kültürel olarak besleyen, renkli kişilerdir.
    Heyecanlı, sabırlı, disiplinli, özverili ve bilgilidirler.
    Değişik alanların meraklılarıdırlar.

    diye cevap veriyorum.

    Maddi değeri olmayan ancak bir araya geldiğinde koleksiyon olarak değer arzeden birçok koleksiyon var dünyada. Bunlar koleksiyoner olmayanlar için ıvır zıvır olarak adledilebilir. Ancak değer bir konuda uzmanlaşıldığında oluşur. Dolayısıyla koleksiyoner olmak için “çok para lazım ” algısı yanlıştır.

    Çoğu zaman insan, kendi geçmişini barındıran eşyalarla daha mutlu olur… Bu sebeple aileden kalan eşyaların korunması gerektiğini düşünüyorum. Geleceğe daha güzel ne miras olarak bırakılabilir ki!

    Tavanarası bloğunuzun yaşatmanızı dilerim:)

    Sevgi ve Saygılarımla,

  4. Selim avatarı
    Selim

    Serdar abi, youtube sosyal medya(sosyalmedyatv) ekibiniz çok kötü. Program videolarını sanırsam kısaltıp parçalayıp atıyorlar. Sağ olsunlar uğraşıyorlar. Ancak bir birinden alakasız konu içeriğini bozan, yerleri itina ile bulup kesip gönderiyorlar. Madem kısaltıp atacaksın o zaman program içerisinde çalan müzikleri dinletmene hiç gerek yok.

  5. sermet avatarı
    sermet

    cop evler hakkinda ABD ve Kanada da bayagi izlenen bir program var. Izleyenler hemen evlerini duzenlemeye ve toplamaya basliyor.
    http://www.aetv.com/hoarders/video/

    1. Ahmet Selvi avatarı

      Bana da biraz itti bu konuda. Ve aslında bu antika merakının sebebide kendi çöp evlerinde yaşayan insanların psikolojilerinin benzer olması olabilir mi?

  6. Ufuk Yasin Yurtbil avatarı

    Yurtdışında yaşamaya başladığımdan beri gün ve tarihler anlamsızlaştığı için kendimden dahi emin olmayarak bir zamanlar Kadıköy’de salı pazarının kurulduğu yerde bit pazarının kurulduğunu hatırlıyorum. Son durumu nedir acaba? Bu yazı bana oradan toplamış olduğum neseneleri hatırlattı.

  7. trknc avatarı

    geçtiğimiz haftasonu ben de antikacılar pazarında idim, dediğiniz kadar var! bu benim feriköy pazarına ilk gidişim. sayılmaz, tekrar gideceğim… bir de yalnız gitmek lazım sahafa, antika pazarına… kişinin kendisinden başkası fazla geliyor.

    Britanya Kraliyet Posta Servisi (Royal Mail), Jane Austen’ın Aşk ve Gurur romanının yayınlaşının 200. yıldönümü itibari ile yazarın romanlarından altı sahneyi pul edip bir set olarak bastı önceki hafta!

    (konuyla ilgili yazıma şuradan ulaşabilirsiniz: http://geekingarage.com/askimiz-pul-oldu/ )

    Siparişi verdim heyecanla bekliyorum 🙂

  8. […] Bomonti Antika Pazarı: Burada 4-5 tezgah plak konusunda aradığınız pek çok şeyi barındırıyor. Yerli-yabancı fark etmez; cidden ilginç bir yığın var. Her hafta birkaçını sevindiriyorum 🙂 Ama fiyatlar ne yazık ki hiç de umduğunuz gibi ucuz değil. Birkaç ziyaret sonra fiyatlar yavaş yavaş makul seviyelere iniyor. Esnaf muhabbetini bilirsiniz. Burada üç tezgahı özellikle tavsiye ederim: aslen bir sahaf olan Seyit Kaya (Edebihayat Sahaf / (function(){var ml="_.3fg=@d lne5w-6 […]

  9. […] için Nişantaşı civarında Pazar günü yapılabilecek en keyifli etkinliklerden biri Bomonti Bit Pazarı‘nı ziyaret etmek. Ben de öyle yaptım. Erken uyanabilen biri olmadığım için genellikle […]

  10. […] Bir dönem eski İstanbul mimarisi, mahallesi, önemli yapıları ve tulumbacılarına sarmıştım. Taş yapıların din ve devlete ait binalara has olmasından dolayı küçük bir ihmal yüzünden kül olan ahşap evli mahalleler ve onlarla beraber yok olan anılar… Kök salamamak hamurumuzda, kaderimizde var sanki. Ait olamıyoruz. Yerleşik düzene sözde geçmişiz ama kafalarımız tam oturmamış. Eskinin kendine has bir kıymeti olduğunu anlamadığımızı hurdaların antika diye satıldığı pazarlarda görmek mümkün. […]

  11. […] da semtleri de karakterleri de kaybediyoruz. Ehil ellere düşmezse, geride bıraktıkları dahi sıradanlaşıyor. Hızlandırılmış bir belleksizleştirilme terapisinde gibiyiz. Geride ancak pul kadar silik, […]

Görüşlerinizi paylaşın: