Yazma adabı ve blog güncelleme sıklığı

İlkokulda bize birkaç ders boyunca mektup yazma öğretilmişti. Bugün belleklerimizde yitip gitmiş olsa da mektup yazma meselesi o kadar ciddi ve kurallı bir şeydi ki, giriş, gelişme, sonuç gibi bölümlere ayrılan, paragraf boşlukları, satır araları, hitap şekilleri ve tarih, imza gibi detaylar için belirlenmiş alanları vardı. O yüzdendir ki insanların o dönemlerde yazdığı mektuplardan kitaplar…

İlkokulda bize birkaç ders boyunca mektup yazma öğretilmişti. Bugün belleklerimizde yitip gitmiş olsa da mektup yazma meselesi o kadar ciddi ve kurallı bir şeydi ki, giriş, gelişme, sonuç gibi bölümlere ayrılan, paragraf boşlukları, satır araları, hitap şekilleri ve tarih, imza gibi detaylar için belirlenmiş alanları vardı.

O yüzdendir ki insanların o dönemlerde yazdığı mektuplardan kitaplar çıkmış. Öyle mektuplar yazmışlar ki, bunlar edebi eserler haline gelmiş. 14 yıl kadar önce bunlardan yola çıkarak ‘son mektuplar’ diye bir kitap hazırlığına girişmiştim. İdam cezası almış mahkumların öldürülmeden önce yakınlarına yazdığı son mektupları topluyordum. Devlet başkanlarından serserilere kadar birçok mektup birikmişti. Notlarım hala duruyor ama nedense hevesim kaçtı. Bir gün el atarım yeniden.

Zaten konumuz da mektup değil…

Bir gazeteci olarak hayatımı yazarak kazanıyorum. Yazabildiğim kadar kıymetliyim. Bu yüzden yazma meselesi birçoklarının SMS, e-posta ya da microblog vesilesiyle sıradanlaştırdığı gibi bir şey değil benim için. Bu benim işim ve özenmek zorundayım. Bir aşçı gibi ne için yapıyorsam yapayım belirli bir çizgiyi mecburen tutturuyorum. Bir şarkıcının zorla detone olamaması gibi.

Öte yandan iyi bir kalem erbabı da sayılmam ama en azından olmak için uğraşıyorum. Üstelik bu alandaki çıta da çok yukarıda. Örneğin Çetin Altan (yazılarını evinden yazdığı bu dönemlerde dahi) hiçbir zaman günlük kıyafetleriyle, sakal traşı olmadan masaya oturmazmış.

Orhan Pamuk yazıhanesinde.
Orhan Pamuk yazıhanesinde.

Orhan Pamuk‘un yazı yazmak için özel bir evi var. ‘Yazıhane’ kavramının gerçek karşılığı… Ekonomik sebeplerden midir emin değilim ama bizde çok az yazarın bu tip bir çalışma ortamı var; asıl işleri bu olmasına rağmen. Yazının her yerde yazılabileceğini de düşünebilirsiniz. Esasında her yerde yazabildiğiniz şeyler genellikle notlar, taslaklar, kesitlerdir. ‘Yazmak’ başka bir şeydir.

Her şeye rağmen bloga bir yazı ‘eseri’ olarak bakmak yanlış olabilir ama yine de kalıcılığından dolayı özenmek istiyorum. Bu da blog adabına aykırı olarak seyrek güncelleme sıkıntısı yaratıyor. Microblog tarzı uygulamalara da bir türlü kanım kaynamadı.

Ara yolu bulmak gerek…



Yayın Tarihi:

Kategori:


Yorumlar

3 yanıt

  1. pisihole avatarı

    Bu konuda çok haklısın. Ancak micro blog kültürü ile bilgiye artık daha rahat ulaşabiliyoruz. Zaten imleme sitesi gibi çalışıyor maşallah micro blog servisleri. Bir de türkçe versiyonu yapılmış twitter’ın ama pek popüler değil. http://www.sosyolik.com 🙂
    Yazı yazmak çoğu için bir hobby. Çoğu blogcu okunmasada kendi ilerleyişini görmek için yazıyor. 10 senelik bir blogcuyu düşünün 10 sene önce ilk yazdığı yazıya bakınca neler hisseder. Bence micro blog hedesi her ne kadar yazma kültürünü bitirme derecesine getirsede bilgiye ulaşmayı hızlandırıyor. Mesela bu yazıyı Friendfeed’den görüp geldim ve şu an burda yorum yapıyorum..

  2. […] disiplin ve rutinden beslendiğine dair çok şey okusam da -örneğin- yazmak meselesine bir Orhan Pamuk ya da Ernest Hemingway gibi katı bir disiplinle sarılamadım. Benim tarzım (niteliğim değil; […]

  3. M. Furkan demir avatarı
    M. Furkan demir

    Microblog meselesi ve sosyal medya ağları bir zamanların blog-culuğunu ve RSS’i ezdi geçti bence. Ayrıca çoğu insan düşünmüyor ancak içeriklerini kendi internet sitelerinde paylaşan insanların daha özgün ve özgür olduğu bir gerçek. Bir şeyler paylaşmak, bir şeyler yazmak için bu özgünlük ve özgürlükten vazgeçmek nedendir bilemiyorum.

Görüşlerinizi paylaşın: