İnternet çağında mahremiyet

Sahilde bir başınıza oturup keyif çatarken gerçekten bir başınıza olduğunuza emin misiniz? Olmayın.

İnternetin insanları asosyal yaptığına yönelik tartışmalar aynen ‘mankenden oyuncu olur mu?’ başlıklı emsali gibi azalarak bitti. Bin beş yüzüncü defa gördük ki bazı konular tartışılarak çözülmüyor; akışına bırakmak gerekiyor. Hatta ‘bırakmak’ bile çok iddialı bir tanım. Bu gibi kitlesel ve hızlı dönüşümlerde daha çok kendimizi ‘akışa bırakıyor’ ve şekil alıyoruz.

Ne kadar kullandığımızla doğru orantılı olarak sosyal medyanın bizi hayallerin ötesinde sosyalleştirdiği ortada. Bundan kimsenin şüphesi kalmadı. Şimdi yeni bir konumuz var: ‘mahremiyet’ (ya da TDK’nın Türkçe karşılığıyla ‘gizlilik’).

Bu yazıda kendi başıma gelen üç örnekten yola çıkacağım. Amacım mahremiyet ekseninde masum, iyi niyetli paylaşımlar ve karşılığında yine aynı masumiyet ve iyi niyetteki mesajlaşmalardan örnekler vererek bir çıkarım yapmak. Ulaşmak istediğim noktaysa hayatımızın kötü niyetli ellerde bir anda hangi noktalara gelebileceğini düşünmek.

Üstelik sadece sosyal medyayı kullanarak.

İlk örnek setini aslında 2010 yılında 10 günlük sosyal medya detoksuna başlarken yazdığım yazıda vermiştim.

Örneğin aşağıdaki ekran görüntüsü Türkiye’den epeyce uzakta; Barcelona’daki Hotel Arts’ta 2 sene önceki bir günüme rastlıyor. Sigara yasağı yüzünden artık hizmet vermeyen otelin puro kulübünde kendi başıma keyifle puromu tüttürüp odama çıkmıştım. Bilgisayarı açtığımda karşıma şu geldi (ekran görüntülerindeki kullanıcı bilgilerini onlardan izin almadığım için siliyorum).

O gün orada olan bir başka Türk beni görmüş, tanımış ve bunu Twitter’a yazmıştı. Orada olduğumu hiçbir şekilde paylaşmadım. Kimse de bilmiyordu ama bu sayede takip eden herkes öğrenmiş oldu. Bunu yazanın kim olduğunu öğrenemedim ama tedirgin olduğumu söylemeliyim.

Aynı yazıda verdiğim bir diğer örneği bir dönem kurucu ortağı olduğum dijital ajansın yakınındaki bir KFC restoranında bir şeyler atıştırıp ofise döndüğümde yaşamıştım:

Her yerde en az bir göz var, sizi görüyor, tanıyor. Benim gibi göz önünde biriyseniz siz onun kim olduğunu bilmiyorsunuz. O izliyor ve bunu sizinle paylaşıyor. Yani dışarıda bir şey yerken bile çok rahat değiliz.

Üstelik bunların hiçbiri sizin paylaştığınız; yani fitili ateşlediğiniz şeyler de değil. Onun ‘müşterisi’ ayrı zaten. Aşağıdaki gibi:

Yani paylaşmak da dert, paylaşmamak da. Bunları sosyal medyanın normalleşme süreci sancıları olarak tanımlıyorum. Hepsi normalleşecek zamanla.

Ama bu yazının gerekçesi olan iki örnek daha enteresan.

Motorsiklet kazamın izlerini hala silemediysem de havaların ısınmasıyla aylardır hasret kaldığım Vecihi ile turlarıma yeniden başladım. Ritüellerimden biri Yeniköy’deki Macrocenter’dan taze baget ekmeği ve keyfime göre birkaç nevale alıp sandviç yapmak ve marketin tam karşısındaki sahil banklarına oturup muhteşem Boğaz manzarası eşliğinde karnımı doyurmak.

İki hafta önceki seansta nevale kısmını epey abarttığımı kasada ödeme yaparken anladım. Bankta atıştırırken bana komik geldiğini için de paylaştım.

Yemeğim bittiğinde mesajlara bakınca bir kere daha kalakaldım.

Fişteki kasiyerin ismini okuyup Google ve Facebook’tan aratıp bulanlar, görünen ilk ve son rakamlarından kredi kartımın banka ve cinsini bulanlar, KDV satırlarından yola çıkarak aldıklarımın birim maliyetlerini hesaplayanlar, ne olduğunu tahmin edenler, tırnağımın manikür zamanı geldiğini hatırlatanlar, arkada kadraja giren motorumun marka ve yılını çıkartanlar, zemin dokusundan hangi sahilde olduğumu bulanlar… (Ne yazık ki hep aklımda olmasına rağmen bunların ekran görüntülerini alamadım. Twitter’da geçmiş aramalarda kısıtlı sonuç getirdiği için yazıyı yazarken de bulamadım ama arşivlerde duruyor, bir gün onlara da ulaşırız elbet).

Yalnız değiliz, hiçbirimiz

Dün daha da garip bir şey oldu. Gün içinde iptal olan bir planımın getirdiği boşluk içinde ne yapayım diye düşünürken yine Vecihi’ye atlayıp mahallede dolanayım dedim. Nişantaşı’nın kabus trafiğinde 10 dakika dayanabilip yine soluğu Boğaz yolunda aldım.

Tıngır mıngır ilerlerken Tarabya’ya kadar gelmiştim. Yorulduğumu hissedip kenara çektim, bir bankta oturdum, puromu yaktım. Hiç hesapta olmayan şeyler düşünmeye başladım (Hatta sohbet olsun diye bir kısmını da paylaştım: 1, 2, 3).

2 saat sonra purom bitti, Rumeli Feneri’ne yol aldım, bir balıkçıda bir şeyler atıştırıp Şişli’de bir arkadaşımın ofisine geçtim. Gün boyu bakamadığım eposta ve diğer mesajlara bakarken Twitter ekranında (yine) kalakaldım 🙂

Anlayacağınız ben o bankta kendi halimde ‘oturduğumu sanarken’ arkadan geçen biri beni tanıyıp gizlice fotoğrafımı çekmiş ve Twitter’da paylaşmıştı.

Gelmek istediğim nokta şu; sosyal medya ve mahremiyetten bahsederken çoğu zaman her şeyin kendi kontrolümüzde olduğunu sanıyoruz ama değil. Hele biraz göz önünde biriyseniz siz elinizi elektrikli hiçbir alete değdirmeseniz bile birileri sizin adınıza ‘çalışıyor’. Ve ne yazık ki bundan kaçış yok.

Üstelik endişelenmeyelim diye hizmete sokulmadığına adım gibi emin olduğum sosyal ağların iç arama motorları devreye girdiğinde hepimize ait ne çok bilginin birkaç tık ötede toplanacağını düşünün! (Facebook bile yeterince ürkütücü bilgiye sahip pek çokları için; farkında bile değiller).

Verdiğim bu örneklerden şahsen rahatsız değilim. Eğer takip ediyorsanız bilirsiniz; ev yaşamım dışındaki ‘pek çok’ detayı zaten kendim gönüllü paylaşıyorum. Ama bu herkes için böyle olmayabilir (Twitter özelinde eğer bu tip şeylerden mağdursanız şu adresteki form aracılığıyla destek alabilirsiniz).

Sonuç: dijital mahremiyet konusunu ele alırken hem tanım hem de çözümde işimizin fazlasıyla zor olduğunu hep akılda tutmamız gerekiyor.


Yayın Tarihi:

Kategori:


Yorumlar

14 yanıt

  1. seval avatarı

    Hehe bayıldım bu yazıya insanlar aşmış durumda ama biraz da buna biz sebebiyet veriyoruz gibi gibi.Foursquare’dan yerimizi bildirmeler, facebooktan check-in yapmalar.Kısacası çok fazla güvenlik açığı verdiğimizi düşünüyorum ben de.Twitter hasabımızı takip eden biri nerede olduğumuzu, ne kadar kalacağımızı vs. nerdeyse herşeyimizi biliyor.Hırsızlık bile kolaylaştı sanırım sosyal medya sayesinde.kaldı ki geçen yıl bununla ilgili haberler duymuştuk twitter hesaplarından takip edip evleri soyuldu vs. diye. hatta ünlü birinin bile başına gelmişti bu galiba. Evet mahremiyet kalmadı ama buna da izin veren biziz..Bazı şeyleri kendimize saklamyı fazla ayrıntı vermemeyi öğrenmeliyiz..

  2. Ahmet Turan KÖKSAL avatarı

    Hocam,

    Sen tabii özel bir örneksin. Tedirgin olmakta da haklısın. Senin yanında tanınmak konusunda esamem okunmazken ben de buna yakın bir dertten mustarip oldum.

    Canım sıkıldı. Sadece bana söylenen kötü sözlerden değil. Zaten devamlı suretle kötü söz duyuyorum. Bu biraz bir şeyi başarınca arkasından gelen doğal bir durum der geçerim.

    Biliyorsun tamamıyle farkındalık olsun diye http://www.camigor.com diye bir blog açtım. Yıllar boyu cami biriktirirdim onları koydum. Önce bana Google Amca’dan dört tane resmi arka arkaya koymuş diye “kızgınlık” dolu cevaplar geldi. Yok iş Google görsel taraması değil dedim. Daha da sinirlendiler.

    Yahu herkesin bir derdi vardır. Siz de bir konunda bir fikir sahibi olun paylaşın durum site açın blog tutun dedim. Bir dövmedikleri kaldı.

    En sonunda Zirve Üniversitesi Mimarlık Fak. Dek. görevim yüzünden “maşa” oldum. Eh ne yapalım bu da mümkün. Öyleyim ya da değilim diye bu zevata açıklama yapmak zorunluluğum yok. Kurtarılacak bir haysiyetim de yok iftira karşısında. Ancak “derin” araştırma yapanlar sosyal medyada beni bir yere koyuyorlar. Ki sana bu yapılan az bile.

    İşte bana verilen yorum.
    https://twitter.com/#!/ayasofyaa/status/192327374715625472/photo/1

    Bu arada senle yemek yedikten sonra bir kaç hafta sonra yine seni bir gün gördüm. Kazadan önceydi. Yanına gelmedim. Tek başına yavaşça yürüyordun. Bak tam tersi de oluyor. Haberin olmadığı için bilemiyorsun.

    Ancak tedirginliğini anlıyorum. İki çocuğun var umarım onları da rahatsız etmezler. Oldukça tedirgin edici. Haklısın. Ne diyeyim.

  3. Murat avatarı

    Kredi kartınızın türünü bulmaya çalışan da SSG (Sedat Kapanoğlu)’di 🙂

  4. masal_adasi avatarı

    ”Evet ani bir kararla. Yanlız insanların kararları hep ani olurdu, çünkü onların yapacaklarını yada yapmayacaklarını müzakere edebilecekleri kimseleri yoktur. akıllarından geçirdiklerini paylaşacakları birisi olmadığından, neleri tasarlayıp, hangi zaman uygulamaya karar verdiklerini anlamak mümkün değildir. bu sebeple yanlızların hareketleri hep ani alınmış kararlar gibi anlaşılır, eğer yanlızsan: fazlasıyla özgürsün demektir, dilediğin gibi yürür, dilediğin yerde durur, istersen ansızın karar değiştirip, başka bir yöne gidebilirsin. kimsenin fikrini soracak değilsin, seni hiç kimse yönlendiremez, diğerlerinin dünyalarına girmediğin sürece bütün kararların sana aittir, çünkü sen hiç kimsenin umrunda bile değilsin. belkide onlar için bir hiçsin!”
    ( böyle hiç yerine koyulmaktansa, hayatımıza yapılacak bütün müdahelelere razıyız icabında) paragraf, masal adasında bir gece. isimli hikayemin 23. bölümüne aitti.

  5. Selim GÜNDÜZALP avatarı

    Tespitleriniz güzel olsa da katılmadığım noktalar hayli fazla. Sosyal Medyayı kritik ederken şöhretin maliyetlerinden bahsetmişsiniz. SOsyal medyanın icadından yıllar öncede biraz şöhreti olan herkesin yaşadığı sıradan sorunlar bunlar. Sanki ilk defa karşılaşmış gibi bir anlatım tarzınız var. Zamanla oturacağını düşünmek çok anlamlı gelmedi bana. İnsanların diğer insanları merak etme psikolojisimi zamanla oturacak. İmkansız.

  6. eren erduran avatarı

    sadece guluyorum 🙂 guzel bir yere deginmissiniz, dediginiz gibi pek cok kisi bunun farkinda degil.. Farkinda olmalari icin unlu olmayi bekliyorlar galiba.

  7. davut naci kaya avatarı

    bir gün herkez 15 dakkalığına meşhur olacak lafı değişti, bir gün herkes paparazzi olabilir 🙂 bu takipleri yapanlar paparazzi değil normal vatandaş. allahım nereye gidiyoruz.

  8. Ertuğrul Alp avatarı

    Elinizi hiçbir elektrikli alete götürmeseniz de bu tehlike var, ama götürdüğünüzde daha fazla oluyor. Seval’in yukarıda yazdığı gibi, her şeyimizi paylaşarak kendi elimizle kendi mahremiyetimizi ortadan kaldırıyoruz ve bunun sonuçlarının da pek farkında değiliz. Sosyal medya siteleri site içi arama motorlarını umarım hiçbir zaman devreye sokmazlar, sonuç korkunç olabilir. Umuma açık paylaşım yapılacaksa takma isim kullanılarak yapılması aslında bu anlamda yararlı, tabii tanıdıklarla irtibat halinde olmayı amaçlayan sosyal medya mecralarında bu ne kadar mümkün tartışılır.

    Selim Gündüzalp’in yorumuna cevaben: Bunlar eskiden de ünlülerin yaşayebileceği sorunlardı evet, ama eskiden, sosyal medya ve cep telefonları hepimize her yerden tüm dünyaya yayın yapabilme kabiliyeti vermeden evvel, bu bugünkü kadar sorun değildi. Kaldı ki ünlü olmak gerekmiyor bence tedirgin olmak için. Ünlü olmayanları da tanıyan sınırlı da olsa bir çevreleri vardır ve onların mahremiyetleri de, kendilerinin hiç haberi olmadan yapılan sosyal medya yayınları ile ihlal edilebilir. Hatta artık her cepte bir görüntü ve ses kaydedici bulunan dünyamızda bu tamamen tesadüfen de olabilir.

  9. erdem k. avatarı

    hem foursquare de yer bildirip hem de mahremiyetten yakınmak yanyana pek durmuyor sanki.

    1. MserdarK avatarı

      Erdem Bey,
      Yazıyı dikkatle okursanız mahremiyetten yakınmadığımı görürsünüz. Yine dikkat ederseniz fotoğraf çekildiğim anda bulunduğum yerde check-in olmadığımı anlarsınız.
      Bu kadar açık bir yazıyı bile tam tersinden anlamak bir marifet.

  10. […] faydasını görürsünüz. Yorumlarınızı okumaktan da çok keyif alırım (Unutmadan; hani bir mahremiyet yazım vardı; ona benzer bir olayı da Assos yolunda yaşamışız meğer. Bahsi geçen an da […]

  11. Yakup TAŞLIBEYAZ avatarı

    Süper Olmuş Yazınız…
    Tebrikler

  12. […] faydasını görürsünüz. Yorumlarınızı okumaktan da çok keyif alırım (Unutmadan; hani bir mahremiyet yazım vardı; ona benzer bir olayı da Assos yolunda yaşamışız meğer. Bahsi geçen an da […]

  13. […] gelsin kaybolmasından dolayı üzüleceğin neredeyse her şey korunmuş halde. Tabi işin bir de mahremiyet boyutu var ama konumuz şimdilik o […]

Görüşlerinizi paylaşın: