Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli

Sevdiğimiz şeylere sahip olma arzusuna direnmek kolay değil. Oysa belki de keyfin özü sahip onlara yönelik hayallerimizdir. İnsan ilişkilerinde de böyle.

Doksanlı yıllarda bir öğle vakti, Levent semtinde beyaz, hoş bir villanın kapısının önünde, hayatımın en heyecanlı günlerinden birindeyim. Yayın yönetmenimizin zorlaması yüzünden kendimce özendiğim bir prensibimi bozmuşum. Başıma ne geleceğini bilmiyorum. Ve böyle kontrolsüz anlar beni fena halde rahatsız ediyor.

Hayata dair gözlemlerim -nice tecrübe ışığında- içgüdü denen şeyin insanı genellikle yanlışa; ya da daha iyimser bir bakışla ‘niyet edilenden başka bir yere’ götürdüğünü öğretti. Bu yüzden midir bilmem, küçüklüğümden bu yana korumaya çalıştığım bir prensibim var. Sevdiklerimle tanışmıyorum.

Bahsettiğim, amca, tavşan ya da tekne sevgisi gibi bir şey değil. Hani tanışmadığınız birine, bir sebeple kanınız kaynar ve ona yönelik kendinizce bir algı oluşturursunuz ya; öyle bir ‘uzaktan’ sevgiden söz ediyorum. Daha çok ünlü simalara, yan sınıftaki adını bilmediğin güzel kıza ya da yazdıklarını okuduğun mahir kelime canbazlarına yönelik platonik türden bir ‘beğeni’ yani (ilgi ya da).

20 yıl önce evinin kapısında heyecanla beklediğim Cüneyt Arkın benim için böyledir mesela. Cüneyt Arkın’ı (daha doğrusu gerçek adıyla Fahrettin Cüreklibatır’u) küçüklüğümde değil ama ortaokul, lise yıllarında sevmeye başladım. Sonra bir tutkuya dönüştü. Romantik salon adamında James Bond, Western filmlerinde John Wayne, avangard filmlerinde en kralından Belmondo, tarihi aksiyon filmlerinde emsalsiz bir figür, toplumsal içerikli yapımlarda Che Guevara kadar ateşli.

https://www.youtube.com/watch?v=jUO52e2BfAM

İpekböceği bile kelebeğe bir kere dönüşürken Cüneyt Arkın beyazperdede Reenkarnasyon Fahri Başkonsolosu. Her filmini defalarca izlediğim (hala da her fırsatta Youtube’da açıp çalışırken göz ucuyla bakıp, radyo tiyatrosu gibi dinlediğim) bu adamın işine duyduğu aşkı seyrederken hissetmemek imkansız. İşini (gizlemesi mümkün olmayan yokluklara rağmen) iyi yapabilmek uğruna harcadığı emeği görmezden gelmek için kötü niyet bile yeterli değil.

Dahası bu adam (ayrı ‘nefer’ birliğinden) bir Ediz Hun değildi asla. Alkol, çapkınlık, kavga, gürültü, gözaltı, tutuklanma, kadın dövme; ne musibet ararsanız albümüne en az bir kare eklemiş bir anti-kahramandı belki de. Yeşilçam’ın bir Hollywood (ya da Bollywood) olamamasının en büyük sebebi olarak gördüğüm ‘rehbersizlik’; yani doğru dürüst bir menajer ya da fikir babası yokluğu, küçük esnaf kafalı yapımcı cenderesi, onu pek çok meslektaşı gibi hiçbir müsekkin vermeden yüksek dozda para ve şöhrete boğmuştu. Ama dışarıdan gözlemlediğim kadarıyla (ki o yıllarda düzenli bir Cüneyt Arkın fanzini yayınladığım için epey sıkı takipteydim) zamanla savrulmalarını dizginlemiş, ömrünün en pişmiş yıllarında ‘kendi doğrularına’ ulaşmıştı (ermiş? Mütekamil?).

  • Cüneyt Arkın evde mi hanımefendi?

Benim heyecandan dilim tutulduğundan bahçe kapısında bizi karşılayan hanıma bu cümleyi kurmak foto muhabirimiz Ahmet Şık‘a kalmıştı (adını anmışken yazmış olayım: Ahmet Şık gazetecidir. Hem de ÇOK iyi bir gazetecidir. Aklı, fikri, bedeni bu mesleğe bu kadar tutkuyla bağlı çok az insan tanıdım. Temiz, iyi kalpli, dost canlısıdır. Yıllarca birlikte çalıştım, insan tanımakta da iyiyimdir).

  • Cüneyt Bey yok evladım.
  • Nasıl olur, bizim randevumuz vardı? Röportaj için gelmiştik?
  • Haa, siz misiniz? Buyrun o zaman.

Meğer kapıdan eksik olmayan hayranları şansını hep bizim ilk sorumuzla deniyormuş.

Giriş katındaki salona alındık. Bekliyoruz. (Ne güzel bir ev? Ayakkabılarımızı çıkartsa mıydık acaba? Bahçesi de yemyeşil!)

Gözlerim karış-santim çevreyi tarıyor, kaydediyor. Bibloları, kılıçları, baltaları, kitapları, masa örtüsünü, halının kıvrık ve düz uçlarını, zigon takımının en çok hangi sehpasının yıprandığını, hangi koltuğun hangi tarafının en çok göçtüğünü, genişçe salonun bir kenarına ötelenivermiş bir şey olup olmadığını inceliyorum.

Yıllarca tutkuyla takip ettiğim adamın evindeyim. Hayal bile edilemez bir durum benim için. Bana kalsa hayatta olacak iş değil de Yayın Yönetmenimiz Mehmet Y. Yılmaz gazetede masa ve duvarımın her köşesinin Cüneyt Arkın poster ve resimleriyle dolu olduğunu, bilgisayarımın bile Malkoçoğlu repliğiyle açıldığını görünce bir gün “sen tanıştın mı onunla?” diye soruverdi. “Hayır” cevabını duyunca röportajın ‘seferberlik emri’ çıkmış oldu.

Ahmet (ve bana göz kulak olmak için gelen Kıdemli Muhabir Ertan Acar) çocuksu heyecanımı seyredip gülmekte (Size o birkaç dakikayı anlatan ve hiç sıkmayacak bir kitap yazabilirim). Benim gerginliğimse her dakika artmakta.

AYAK SESLERİ!!!

Cüneyt Arkın üst kattan saniyede 1 basamak kat edecek şekilde ağır, vakur bir şekilde iniyor. Ahşap merdivenin basamak aralıklarından kadraja sırasıyla ayakkabısı, çorabı, paçası, baldırları giriyor. Ve sonunda karşımda! O anki halimi, suratımı nasıl görmek isterdim!

Ama sanki niyetsiz, sıkkın, biraz şaşkın (durduk yere ne röportajı bu?). Ayrıca ne işim var bu evde benim?

  • Fahrettin Bey… (nedense ağzımdan bu ismi çıktı)
  • Buyur evlat.
  • Ben sizin büyük hayranınızım.

Mesleğin en hatalı cümlesiyle başlayan söyleşide bu noktadan sonraki birçok detayı unuttuğuma göre büyük saçmalamış olmalıyım (kötü anlarımı anında unutabilme yeteneğiyle ödüllendirilmişim). Laf lafı açtı, ben soru sormaktan çok konuştum, anlattım; arada sordum da sordum. Saatler (sahiden ‘saatler’) boyu konuştuk, güldük, eğlendik. Hatta Fahrettin Bey bir ara “Yahu, biz seninle neden daha önce tanışmamışız?” diye sordu.

“Fahrettin Bey ben uzaktan sevdiğim insanlarla tanışmaktan korkarım. Kafamda kurduğum hayalin bozulmasından, büyünün dağılmasından çekinirim. Onları hayalimdeki gibi yaşamayı isterim” diyemedim elbette.

Fonda Ahmet’in sesi duyuldu: “Güneş kaçıyor!”

Hava kararmadan fotoğraflar çekmemiz gerekiyordu. Cüneyt Bey “çektiniz ya bir sürü?” dedi. “Olmaz Fahrettin Bey” diye yanıtladım. “Rumeli Hisarı’na gitmeliyiz, surlarda çekelim”. Kanal tedavisi için dişçiye gitmesi gerektiğini söylese de bir şekilde ikna ettim. O da gizlemeye çalışmadığı çocuksu bir sevinç ve heyecanla aracımıza bindi.

Hayatımın en unutulmaz, en keyif aldığım, en çok gülüp en çok hüzünlendiğim röportajıdır. O akşam eve yıllar boyu hayranlık beslediğim adama yüz kat daha hayran olarak, saygı duyarak döndüm (keşke Radikal gazetesinin o yıllara ait arşivi de internette olsaydı, linklerini paylaşabilseydim. DÜZELTME: Meğer babam saklamış bir köşede, aşağıya sayfa görüntüsünü ekliyorum).

Bu tanışmanın en büyük armağanı süzülmüş hayat dersleri oldu. Bir de kırkıncı sanat yılı için adına düzenlenen bir panelde, (merhum) Metin Demirhan ile birlikte Cüneyt Arkın’ın yanında oturup izleyicilere onu anlatan iki kişiden biri olma ayrıcalığına ulaştım (Allah uzun, sağlıklı bir ömür versin).

Bir daha da hiç yanına gitmedim, karşılaşmadım.

Hayranlıkla beslenen tahammülsüzlük

Yöneticimin zoruyla çiğnediğim prensibimin beklenmedik derecede güzel sonucuna rağmen kuralımı bir daha asla, hiç kimse için bozmadım.

Halen hayranlıkla takip ettiklerimle tanışmamak için özen gösteriyorum. Hatta sıkça karşıma çıkan olası fırsat ve ihtimalleri de bertaraf ediyorum. Onların zihnimdeki haliyle kalmasını istiyorum. Onların zihinlerde yaratmaya çalıştıkları imajlarıyla var olmalarına bile rıza gösterebilirim, zararı yok. Bunu bir yüksek ökçe kurgusu olarak da düşünebilirsiniz.

Dünyanın en kafa dengi insanı dahi olsa belki o gün gününde değildir, başı / dişi ağrıyordur, acelesi / çişi vardır, sizi sevmediği birine benzetmiştir; ihtimallerin sonu yoktur. Üstelik bunca hayranlık beslenen insanlara karşı beklentinin yüksekliği, tahammül ve tolerans eşiğiyle ters orantı oluşturur. En ufak halleri, sıradan ve insani olsa dahi gözünüze batıverir.

Çevremde seveni az ama ben Orhan Pamuk‘un en tutkulu okurlarından biriyim. Her röportajını da en az bir defa okumuş, izlemişimdir. Mesleğine olan saygısı ve tutkusunu sorgulamak ya da buna hayran olmamak ancak önyargıyla mümkündür sanıyorum. Ben bunlardan dem vurunca onu -yakından- tanıyan bazı dostlarım “berbat herifin biridir” diyor. “Paragöz, kendini beğenmiş, tamahkar…”. Belki de öyledir. Ama bundan bana ne ve anlattığım olgular adına neyi değiştirir? (şu yazının son üç paragrafı aklıma geldi şimdi yazarken).

Pamuk, benim için Kara Kitap’ın, Beyaz Kale’nin ve daha nicelerinin yazarı. Tutkulu bir yazarın gönlü tok, bonkör, kadirşinas biri olmak gibi ödevleri yok (öyle olsa Charles Bukowski ismini hiç duymamış olacaktık). Bir yazardan ancak iyi bir yazar olması beklenebilir. ‘Bonkör ve kötü yazarlık’ anlamlı bir kariyer değil. Benim için Orhan Pamuk iyi, deneyci ve cesur bir yazar. Kitaplarını dahi okumadan onu kötüleyenleri görünce insan zekasına yönelik korkularım perçinleniyor.

Orhan Pamuk ile de tanışmadım elbette. Ama geçen gün bir toplantı vesilesiyle evimizin biraz ötesindeki, önünden her geçtiğimde içine bakıp Cevdet Bey‘i aradığım meşhur Pamuk Apartmanı‘nın en üst katına çıktım. Görüşmemiz bir dönem yazıhane olarak kullandığı dairesinde geçti (Kitapları değilse de devasa kitaplığı aynen duruyor). Orada bulunmak bile garip bir huzursuzluk doldurdu içime nedense.

İnat yükünü taşımak

Şu aralar yine eski bir tutkuma dolandım. Ferhan Şensoy okuyorum. Yeniden röportajlarını izliyorum, söyleşilerini dinliyorum, arşivimdeki kesiklere – kırpıntılara bakıyorum. Baktıkça saygım artıyor.

Bu kadar boşboğaz insanla çevrili bir coğrafyada oturduğu yerden vızırdamak, ona buna çemkirmek ya da tatlısu bahriyesi misali orta yardan süzülüvermek yerine kendi inancı uğruna bunca mücadeleyi inatla sürdürmüş olması saygı dışında ne hak edebilir?

Bülent Ecevit’i siyah-beyaz televizyon ekranlarında tanıdığımda küçüktüm. Siyaseti, siyasileri ve o alandaki başarı ve başarısızlıkları önemseyen biri olmadım hiçbir zaman. Dolayısıyla o tarafı iyidir, kötüdür; bilemem (umrumda da değil). Fakat entelektüel kişiliği, yazıları, şiirleri, çevirileriyle sonsuza dek varlığını (ve ihtişamını) koruyacağına eminim. Salt’ın eşsiz emeğiyle oluşan arşivi sayesinde biraz daha içine düştüm. Fırsat buldukça açıp bir eski yazısını, şiirini, çevirisini okuyorum.

Robotların kavram olarak dahi tam oluşmadığı 1940 senesinde; daha 15 yaşındayken robot ve teoloji felsefesini şiir formunda yapan birine saygı duymayıp da ne yapacaksınız?

İşte zihnim kimilerinin aynı nefeste dahi bir araya getirmek istemeyeceği böyle nice isimlerle dolu. (Umarım) hiçbir zaman tanışmayacağım kişiler. Zarfa değil mazrufa; yani heybeye değil de ne taşıdığına odaklanma çabasının beşeri ilişkilere yansıması da denebilir.

O meşhur hikayede Mecnun aşkının ızdırabına dayanamayıp kendini inzivaya, çileye çeker. Leyla yıllar sonra onu çölde bulunca Mecnun “Leyla benim içimdedir. Sen kimsin?” der ya hani; öyle bir durum belki de.

Bazı şeyler içimizdeki, kalbimizdeki, aklımızdaki haliyle daha güzel olabilir. Her şeye sahip olup bir an önce tüketme derdine düştüğümüz bu çağda bu tavır belki işe bile yarayabilir.

Yorumlar

50 yanıt

  1. Tufan avatarı
    Tufan

    Yazıyı okurken Şener Şen’le tanıştınız mı onu merak ettim. Ayrıca Sevmek Zamanı filminde de bu konu ele alınmış sanırım.

    1. M. Serdar Kuzuloglu avatarı

      Elbette ki tanışmadım.

  2. Akif avatarı
    Akif

    Serdar bey, bende sizin söyleşilerinizi, yazılarınızı, dünya hallerini, sosyal medya hesaplarınızı devamlı takip eden biri olarak asla yüz yüze görüşmedim. Amirim; bir defasında mail ile görüşme talebimi de kibarca red etmiştiniz. Heralde bu yazıdan sonra da -çocuk misali- sizinle yüz yüze görüşmek isteğim de tamamen yok oldu 🙂 Siz de benim Fahrettin abimsiniz. Kalbimde öyle kalın o zaman.
    Selametle.

  3. Yunus avatarı
    Yunus

    Birkaç gün önce, bir odaya girip eşyaları kırıp dökerek deşarj olma temelli girişim ile ilgili attığınız twit altında fikrini belirten bir kullanıcıya, içerisinde büyük bir kibir barındıran cevap vermiştiniz. Ben de o gün, kötü bir gün yaşıyor olabileceğinizi vs. düşünerek hoş görme çabasına girsem de kafamda oluşturduğum imajınızla pek bağdaştıramamıştım. Ondan sonra da yazıda bahsettiğiniz konuyla ilgili düşünmüş ve yaptığı işlerle beğenilen, takip edilen birinin kişiliğinin hoşa gider olmasını beklemenin gerekip gerekmeyeceği konusunda kafa yormuştum. Kişiliğin yapılan işten bağımsız olması fikriyle ilgili hala net bir karara varmış ama bu yazı ilginç bir tesadüf oldu. Sizi bu yazıyı yazmaya iten nedir bilemiyorum tabi ama belki de tesadüf değildir.

    1. M. Serdar Kuzuloglu avatarı

      Bahsettiğiniz paylaşmımı hatırlıyorum ancak hangi cevaptan bahsettiğinizi çıkartamadım. ‘Kibir’ ÇOK iddialı bir itham ve oradaki yazışmalalra bakınca en iyi ihtimalle ‘niyet okuduğunuzu’ düşündüm.
      Fikirlerimi sosyal medyada elimden geldiğince düşünerek, tartıp biçerek, birçok farklı bileşenle birleştirerek paylaşmaya çalışıyorum. Karşılığında hiçbir zeka kırıntısı ya da bilgi birikimi içermeyen, kahvehane geyiği tadında (en kötüsü de sırf komiklik olsun diye) verilen cevaplara tahammülümün giderek azaldığı doğrudur. Bunu ‘kibir’ olarak tanımlamak haksızlık olur. Bu alerjik reaksiyonun (hepimiz için) sonuna kadar mubah olduğunu düşünüyorum.
      Öte yandan sizin de ihtimaller arasına eklediğiniz gibi benim kimseyi memnun etme, hoşuna gitme, örnek olma gibi bir hayalim yok. Şahsen öyle insanları da sevmem, riyakar bulurum. Bu yazıya beni iten özel bir şey yoktu. Blogda yazmak istediklerimle ilgili bir listem var. Zaman buldukça sıradan ilerliyorum.

      1. failimeshur avatarı

        https://twitter.com/mserdark/status/918549665901105153 Şunu kastetmiştim. Haklısınız, “kibir barındıran” ifadesi yerine “kibirli birinin ağzından çıkmış gibi duran” demek daha doğru olurdu belki. Cevaben yazılan twit’in ‘dolu’ olduğunu söylemek güç ama o tepkiyi vermenizi beklemiyordum galiba. (Bu kadar yazdıktan sonra, o twit’i yazan kişinin ben olmadığımı da belirtme ihtiyacı hissediyorum 🙂 )

        1. M. Serdar Kuzuloglu avatarı

          Şimdi oldu. Gayet de güzel bir tesadüf olmuş o zaman. Orada cevap verdiğim mesajın içeriği ve tavrı tam da size bahsettiğim türden işte. Gereksiz, dayanaksız, yararsız, yüzeysel, genellemeci, laf olsun diye edilmiş, kendi amacı dahi belli olmayan zaman israfı bakış açısına en güzel örneklerden biri.

  4. Helin avatarı
    Helin

    Epey zamandır ben de sizi beğenerek izler, yazılarınızı okurum.Bir gün tanışmak ister miyim fikrini düşündüğümde, aynı sizin gibi düşündüğümü şuana kadar sevdiklerimi sadece uzaktan bilmek istediğimi farkettim.
    Bu yazıyı tamamlayacak daha çok insanın ismini vermek mümkün.Lakin onların bu derece dejenere olmuş bir ortamda, sürekli ekranda,yazılarda olmasını yürekten istemek dışında başka temennim yok.

  5. Ozan avatarı

    Amirim, Canbaz/Cambaz’la ilgili verdiğiniz bağlantıdaki açıklama – her ne kadar açıklamadan önce ‘canbaz’ kullanımının doğru olacağı görüşü belirtilse de – aslında istemeden cambaz kullanımının doğru olduğunu gerekçelendiriyor. Elbette sözcük etimolojik olarak incelendiğinde “can -baz”dan, “canıyla oynayan”dan müteşekkil. Ama koyduğunuz bağlantıda da ifade edildiği üzere Türkçede n ile b sesleri yan yana gelmediğinden n, m’ye dönüşüyor. Tıpkı Saklambaç, dolambaç, tombul, sümbül, çember, çarşamba, amber, tambur, tembel sözcüklerinde dönüştüğü gibi. Cambaz/Canbaz da bu ses kuralına uymalı ve o biçimde yazılmalı. Aslında ben -meli, -malı diyerek bir yerden dikte edilmiş bir kural var gibi söylüyorum fakat bu durum dilin kendi doğal gelişimi içindeki bir yapılagelişten ibaret.

  6. Lale Baş avatarı
    Lale Baş

    Şu lezzetli yazıyı da okuduktan sonra sizinle asla tanışmak istemiyorum 🙂

  7. yskiyak avatarı

    Amirim, “temiz” yerine “yemiz” yazmışsın, düzeltivermek istersin diye düşünüyorum. Bizi bu yazılardan mahrum bırakma, kendi adıma teşekkür ederim.

    1. M. Serdar Kuzuloglu avatarı

      Düzelttim, teşekkürler.

      1. Barry Egan avatarı

        “Teşekkürler” olacak :)=

  8. Ahmet Altan avatarı
    Ahmet Altan

    Yaxıyı facebookta paylaştım.. “umarım hiç tanışmayız!” yazarak.. pek güzel.. pek akıllı.. pek insancıl.. bin teşekkür.. tebrik..

  9. Levent avatarı
    Levent

    En haysiyetli sevme biçimi bu olsa gerek..
    Yüreğine sağlık.

  10. Faruk avatarı
    Faruk

    Keşke burada daha fazla yazsanız. Her türlü ortamda sizi olabildiğince takip etmeye çalışıyorum. Birikiminize, çalışma azminize hayranım. Teknoloji dışındaki bu yazılarınızda da inanılmaz bir çekim, sağlam bir gözlem ve kelimelere hakimiyet olduğunu düşünüyorum. Bu birikimi kitaplaştırmanızı daha da kalıcı yapmanızı bekliyorum.

  11. Ensar avatarı
    Ensar

    Abi seviliyorsun. Bu inceliklerle daha guzel hayat.
    Cuneyt Arkin sevgisi bende de yuksektir. O yuzden yaziyi okurken gerildim ama guzel son yaptin; uzmedin.

  12. ILKER GENC avatarı
    ILKER GENC

    İstanbul Ataköy de kuş cıvıltıları eşliğinde kahvaltı yaparken bugün ne yapabilirim diye düşünürken bir yanda da sizin videolarınız dan hangisi izlemedim derken birden bu mesajınız geldi.Kısaca baktım elimdeki minicik telefondan ,sonra kalktım işe gittim bilgisayarımdan rahat rahat okumak için….Harikasınız teşekkür ederin bu güzel pazar gününü benim ile birlikte geçirdiniz…….

  13. Murat avatarı
    Murat

    Bu yazı ile çok güzel bir konuya deginmissiniz Serdar bey, yazılarınızı kuvvetle takip edenler var bencede kitaplarınız olmasi gerektiğini dusunenlerin sayisi az değil özellikle kurduğunuz cümleler yazilarinizin akışı cok akici ve kaliteli… Zaten sizin gibi okumaya özen gösteren emek veren bir insanın ürünleri de dogal olarak kaliteli oluyor şimdiye kadar yazdiklariniz paylatiklariniz icin teşekkür ederiz. Yeni yazılarınızı ve kitaplarınızı bekliyoruz. . Amacım burada sizi övmek falan değil gercekten samimi ve doğal olani yazıyorum. .. Calismalarinizda basarilar diliyorum.. Cevabını merak ederek soruyorum Ankara ya ne zaman uğrarsınız bu yıl? Nasip olacak mi sizi burada güzel bir sunumla izleyebilmek???

    1. M. Serdar Kuzuloglu avatarı

      Bugün Ankara’dayım. Bu tip etkinlikleri takip etmek için Facebook sayfamı ya da Twitter profilimi takip etmenizi tavsiye ederim (https://www.facebook.com/events/231007397433146/)

      1. Murat avatarı
        Murat

        Çok teşekkürler bilgi için… O saatte Yönetim Bilişim sistemleri dersimiz var Yüksek lisans, hocamıza teklifte bulunucam sınıfca sunumunuzu izlemeye gelmek için. . Dersimizin konusu oluyor zaten anlattiklariniz umarim gelebiliriz süper olur. ..

  14. Serdar avatarı

    röportajın yayınlandığı tam tarih belli ise belki bulabiliriz Serdar bey.

  15. Cengiz Koç avatarı
    Cengiz Koç

    Üstat eline sağlık yine çok güzel bir yazı. Yalnız bu sitede menü ikonunun yanında navigation yazmasa, yerine menü yazsa, ya da hiç bir şey yazmasa bence daha iyi, İngilizce olması çok göz tırmalıyor.

    1. M. Serdar Kuzuloglu avatarı

      Kullandığım temanın Türkçe çevirisi bu kadar ne yazık ki. Beni de rahatsız eden böyle birkaç başlık var açıkçası ama yazdıklarımı okumaya, bulmaya engel değil diye çok dert etmiyorum.

  16. Safiye avatarı
    Safiye

    Serdar abi seni Gündem Özel sayesinde tanıdım valla yani çok yeni. Ama şunu diyebilirim ki konuştuğun zaman çok iyi konuşuyorsun yazdığın zaman da çok iyi yazıyorsun. Anlatmak istediğini çok kısa ama hissettirerek ve açıkça anlatıyorsun. Şu yazıda demek istediklerini öyle anlatmışsın ki talk Show gibi başlamışsın adam gibi anlatıp bitirmişsin hem eğlendirdin hem güldürdün hem düşündürdün abi sağolasın ✋️ Hep böyle anlatıyorsun bu işin bi püf noktası var mıdır söyleyebilir misin bize de
    Bu yazının altına bu yorum saçma gelmiş olabilir abi ama şuan okudum ve yazmak istedim😊

  17. Notlog avatarı

    Bir yazardan ancak iyi bir yazar olması beklenebilirken neden bir siyasetçiden ancak iyi bir siyasetçi olması beklenmiyor?

  18. ILKER GENC avatarı
    ILKER GENC

    Belki de son (Türkiye de) 15 yılda edilinen tecrübe den dolayı olabilir.
    Saygılarımla selamlıyorum.

  19. Gürsu avatarı
    Gürsu

    Yine harika bir yazı teşekkürler Serdar Bey
    “Fahrettin Bey ben uzaktan sevdiğim insanlarla tanışmaktan korkarım. Kafamda kurduğum hayalin bozulmasından, büyünün dağılmasından çekinirim. Onları hayalimdeki gibi yaşamayı isterim”

  20. Gizem Duru avatarı
    Gizem Duru

    Benjamin Franklin tam da bu sebepten “admiring is the daughter of ignorance” der belki de.

  21. BerkayC avatarı
    BerkayC

    ne guzel adamsin sen 🙂

  22. Gamze K. avatarı
    Gamze K.

    Benzer şekilde düşünüyordum ben de… Hatta son dönemde özellikle instagram, facebook vb. platformlarda özel hayatın da paylaşılması sebebiyle, takip bile edilmemesi gerektiğini düşünmeye başladım… Reklam mı yapıyor, haber mi yapıyor diye düşünmekten samimiyetsiz bulduğum birkaç kişi oldu.. Otomatikman soğudum… Ama benim sizin kadar büyük derecede hayranı olduğum birisi de olmadı henüz, o ayrı mevzu…

  23. Kaan Polat Cüreklibatır avatarı
    Kaan Polat Cüreklibatır

    Bir başlık bu kadar mı güzel, bir yazı bu kadar mı içten olur. Okurken ki heyecanımı ve mutluluğumu anlatamam. Emeğinize, en çok da yüreğinize sağlık.

    Levent’teki bahçeli o evde doğmuş ve büyümüş biri olarak çocukluğumun acı tatlı hatıraları tekrar canlandı ve yazınızı okurken boğazım düğümlendi. 20 yıl önce sizin kapısının önünde heyecanla beklediğiniz, benim de bahçesinde babamla dut topladığım, top oynadığım, destan adlı kurt köpeğimizi sevdiğim ev artık yok. Yıllar ve şartlar bizi oradan kopardı ama hatıraları içimde bıraktı.

    Babamın filmleriyle büyümüş biri olarak hayatta ne öğrendiysem babam ve onun filmlerinden öğrendim. Türklük, kahramanlık, sevgi, saygı, hoşgörü vefa, vicdan sahibi iyi insan olmak… Yeşilçam’ın mayasıydı bu değerler, beyaz perdeden o güzel insanlardan bize yansıyan. Kültür zenginliklerimizdi Cüneyt Arkın,
    Adile Naşit, Münir Özkul, Kemal Sunal, Tarık Akan, Halit Akçatepe ve burada sayamadığım aramızdan ayrılmış ve yaşamakta olan o güzel insanlar.

    Türkiye’nin bugün içinde yaşadığı birçok sorunun altında ilgisizlik, sevgisizlik, hoşgörüsüzlük yatarken, ihtiyacımız olan herşey aslında o güzel insanların mayasında var. sevgi, saygı hoşgörü ve çok çalışmak.
    Malesef biz o güzel insanları kaybediyoruz. Çoğunu kaybettik ve kadir kıymet bilmeden kaybetmeye
    devam ediyoruz diye düşünürken yazınız içimde bir umut oldu.

    Bizi biz yapan Cemil, Malkoçoğlu olmaya özenelim, özenelim ki, spiderman, batman, gibi Amerikan sanal kahramanlara özenip aşağılık kompleksine girmesin çocuklarımız.

    Farkında olamazsak yaşayamayız.

    Size tüm kalbimle sevgilerimi, saygılarımı ve teşekkürlerimi iletiyorum. Sizi tanımış olmaktan, yıllar önce yemek yeme şansını yakaladığım için de çok şanslı hissediyorum. İyi ki varsınız.

    1. avncen avatarı

      Konuyu boşverelim. Ama -genelde olduğu gibi- bir konu böyle mi sıcak anlatılır? Ben dilinize bayılıyorum. Yazarken de, konuşurken de…

  24. Barry Egan avatarı

    “hayran olduğunuz yazarla/sanatçıyla tanışmak, ciğerinin ezmesini ayıla bayıla yediğiniz kazla tanışmaya benzer”

  25. Yunus Laçin avatarı

    You Either Die A Hero, Or You Live Long Enough To See Yourself Become The Villain gibi gibi

  26. nihat avatarı
    nihat

    güzel bir anı

  27. cbozcanan avatarı

    Madalyonun öteki yüzünde tanışmaktan kaçındığımız insanlar tarafından beğenilmeme ihtimalinin yarattığı can sıkıcılık da olabilir mi? Kendi adıma beğenilmemeyi düşünmeden medyada yansıyandan farklı yanları olabilir düşüncesiyle tanışmak ister,bu serüvenin keyfini çıkarırdım.

  28. Ferhat avatarı
    Ferhat

    yorumları okurken kendi yorumumu bırakmayı unutmuşum, bugün kitaplarım arasında sapiens’ı görünce hatırlıyorum. ziyadesiyle etkileşimde bulunduğunuz yuval noah harari’nin bu listede olmamasına epey şaşırdım.. reddebileceğiniz bir yakınlaşma vesilesi değildi, sanırım tek neden bu.

  29. Can avatarı
    Can

    Neyse ki ben sizin gibi davranmayıp, SAP forumunda elinizi sıkmışım. Daha uzun sohbet etsek de pişman olmayacağımı anladım ve gayet güzel bir anı oldu benim için. Bu açıdan belki kaçan fırsatlara da neden olduğunu unutmayın derim.

  30. Ali avatarı
    Ali

    Sizi gündem özelden takip ediyorum. Yorumlariniz bakış açınız insanın ufkunu açıyor. Bu yorumu yapmamı sebebi makalenin altında yer alan video Fetö cü kanalın simgesinin olmadığı bir video bulabilirdiniz.

  31. Necil Beykont avatarı
    Necil Beykont

    Serdar bey, benim hayatımda bu prensibinize uymayacak iki örnek var. İlki, hayranı olduğum ressam Orhan Taylan ile 8 yıl, diğeri de yine çok sevdiğim Prof.Emre Kongar hoca ile 9 yıl önce tanışmış olmam. Bu her iki değerli insanla bugüne kadar her zaman görüşüp sohbet etme ayrıcalığım oldu ve her sohbetimiz bana çok şey katıyor. (Orhan hoca’nın bana ressam demesinin verdiği hazzı tarif etmem imkansız). Bilemiyorum, son yıllardaki idollerim Larry David ve Louis CK ile tanışsam belki dediğiniz gibi bende oluşmuş olan algılar zarar görecek ama bu isimlerle tanışma imkanı pek olmadığına göre bu tehlike de yok demektir. Saygılarımla

  32. Burak Şahin avatarı
    Burak Şahin

    Bayıldım yaa.. Mükemmeldi, paylaşım için teşekkürler.

  33. Yusuf avatarı

    Merhaba Serdar Bey,

    Bu yazınızı okuduktan sonra, aklıma sapiens’in yazarı Harari ile gerçekleştirdiğiniz videolu röportajı anımsadım. Yazının içinde daha sonra bu kuralı kimse için bozmadığınızı da söyledikten sonra, kafamda daha da netleşti. Zira Cuneyt Arkın’la gerçekleştirdiginiz bu röportaajın üstünden epey zaman geçmiş (gazete kupurunden anladığım kadarıyla). O hakde sanırım Hariri’nin yazdıklarını beğeniyor ve ilgiyle okumuş olmanız, onun kendisine karşı bi hayranlık duymanıza neden olmamış sanırım.

    Sevgiler

  34. Toptan Çorap avatarı
    Toptan Çorap

    gerçekten yazınız güzel olmuş. yerimlerine kaydediyorum bu siteyi.

  35. Aşiti avatarı
    Aşiti

    “Bazı şeyler içimizdeki, kalbimizdeki, aklımızdaki haliyle daha güzel olabilir.” bu söz benim derdime derman oldu. Teşekkürler.

  36. Abdulmelik Genç avatarı
    Abdulmelik Genç

    Mükemmel bir yazı ellerine sağlık Amirim 🙂

  37. Gurbet Temiz avatarı
    Gurbet Temiz

    Bugün bir kaç yazınızı okudum.Erikte çok güzeldi eminim diğerleri de ara ara hepsini okuyacağım.Teşekkürler.Emeğinize sağlık.Orhan Pamuk’u ve kitaplarını nasıl sevmediklerini ben de hiçbir zaman anlamayacağım bu yazıyı okurken tekrar düşündüm.Kar,Cevdet Bey ve Oğulları,Kafamda Bir Tuhaflığı en sevdiklerim.Öyle bir anlatımı var ki siz sanki romanın içindeki kahramanlarla hareket ediyor gibisiniz.Hele o Mevlüt yok mu onla Tarlabaşında az gezintiye çıkmadık😊🦋

  38. rahmi yılmaz avatarı
    rahmi yılmaz

    harika bir tespit ve güzel bir deneyim diyelim. hani bazen bir şey olur ya kendi kendimize ”şerefsizim benim aklıma gelmişti bu ”deriz. şimdi okuduğumda çok hoşuma gitti bu güzel paylaşımınız. çok hak veriyorum size. bazen kafamızda ya da kalbimizde oluşturduğumuz kişilik ve karakterler gerçek dünyada bizi hayal kırıklığına uğratıyor. o yüzden uzaktan sevmek en iyisi. varsın biz öyle bilelim öyle sevelim.

  39. Mevlüt avatarı

    Ben de tam aynı sebeplerle yıllardır pek çok işini yakından takip ettiğim, sanki yakın bir arkadaşımmış gibi hissettiğim, derin mevzulara olan hakimiyetini özenle seçilmiş bir kaç cümleye sığdırmasına hayran kaldığım M.Serdar Kuzuloğlu nam-ı diğer İnternet Ekipler Amiri ile tanışmaktan hep kaçındım. Bir kaç etkinlikte selam verme ihtimalim olabilirdi belki ancak katılmadım.

    Ta ki bir gün Eskişehir’deki ofisimin posta kutusunda gözden kaçırdığım bir mektubu görünceye kadar. Dakikalar sonra başlayacak özel bir etkinlik davetiydi ve bana çok yakındı. Tanışmak için yola güzel bir fırsat olabilirdi. Hemen yola koyuldum, yol boyunca konuşmaları, yazıları, girişimleri ve tv işlerinden aklımda kalanlar kafamın içnide döndü durdu.

    Etkinliğin yapılacağı otele vardım. Salon hınca hınç kalabalıktı, en arkada ancak yer bulabilmiştim ve hemen sonra amir sahneye çıktı. Ekranda izlediğimden bir farkı yoktu, her zamanki gibi sahneyi iyi kullanıyor, tempoyu düşürmüyor, şahane örnekleriyle iyi hazırlanmış bir konuşma yapıyordu. Tuhaf ve unutulmaz anlardı benim için.

    Etkinliğin sonunda inanılmaz bir şey oldu ve sunucu herkesi sahneye davet etti. Toplu bir fotoğraf çekimi vardı. Ne yapacağımı bilemez halde kalabalığın içinden usul usul amirin yanına vardım. Bir süre yan yana durduk ve zaman da durdu. Hiç bir şey diyemedim. Biraz sonra göz göze geldik, tüm heyecanımla -amirim ben sizi çok uzun zamandır takip ediyorum” dedim. Kibarca teşekkür etti. (Öyle sıradan bir takip etme değil, taa) MYK Medya zamanlarından beri filan diye mırıldanınca, (kendini borçlu gibi hissetmiş olmalı ki) o zaman yemekten sonra çay içelim dedi! İşte amir ya diye bağırdım içimden 🙂

    Fotoğraf çekimi bitti, yemek salonuna doğru yürümeye başladık, amirin etrafında etkinliğin ileri gelenlerinden oluşan bir grup belirdi ve haliyle ben saf dışı kaldım. Tanıdıklarımın da olduğu bir masaya oturdum. Yemekten sonra yıllardır büyük hayranlık duyduğum amirle sohbet etme fırsatım vardı ve yemek faslını hızlıca geçiştirmek için garsona bakınıyordum. O esnada amirim de de bana bakınıyormuş, yine göz göze geldik ve hızlıca masamıza geldi, bir şeylerin yolunda gitmediğini anladım. “Arkadaşlar…Ayten Usta’da…yiyelim…sözüm olsun…” gibi bir şeyler söylüyordu, çay işinin yattığını tüm nezaketi ile anlatıyor olmalıydı. Bunu söylemek için beni aramasına, masaya gelmesine hem şaşırmış hem sevinmiş hem de üzülmüştüm. Orası çok güzeldir amirim canınız sağolsun dedim ve tüm burukluğumla kalakaldım.

    Masadakiler amirin yanıma gelişini ve sohbetimizi görünce hayret ve merak içinde tanışıklığımızı sordular. Çok uzun zamandan beri takip ediyorum dedim ve ortamdan hızlıca ayrıldım…

    Yıllar sonra yine bir etkinlik için Eskişehir’deydi. Ertesi gün Türkiye’de karantina dönemi ve kapanma süreci başlayacaktı. Muhtemelen amirin son seyircili konuşmasıydı. Bu defa en önde yerimi aldım ve büyük bir keyifle amirimi dinledim. Etkinlikten sonra fotoğraf için yanına yanaştım ve bana bir çay sözünüz vardı dedim. Tabiki hatırlamadı, hatırlamasını da beklemedim açıkçası. Fotoğrafımızı çekindik ve olaysız bir şekilde dağıldık…

    Çok sevdiğim Cüneyt Arkın’nın vefatıyla amirim bu konuyu yeniden hortlattı. Neden bu anıyı şimdi paylaştım bilmiyorum. Oysa yayınladığı dönemde okumuştum. Benim için çok büyük bir hüsran olsa da amirime karşı olan bakış açım hiç değişmedi. Hala ona çok saygı duyuyorum ve hemen her mecrada takip etmeye devam ediyorum.

    Her ne kadar tekno sohbet zamanlarını, t-shirtlü hallerini, radyo yayınlarını, eski youtube paylaşımlarını özlesem de, takım elbiseli amire de alıştım. Bilgi birikimi ve tecrübelerini bizimle paylaştığı için de sonsuz teşekkürler…

    Belki bir gün bir yerlerde çay içme fırsatımız olur 🙂

    Sevgiler…

  40. kirlimor avatarı

    kendi gitti, filmleri, resimleri, hatıraları kaldı yadigar.. .

Görüşlerinizi paylaşın: