Seneler sonra Büyükada

Akşam yemeği niyetiyle yapılan Büyükada ziyareti sonrası bir gecelik konaklama ve haftasonu gözlemleri.

İstanbullular için ‘Adalar’ şeklinde özetlenen kara parçalarından ilk akla gelenler Büyükada, Kınalıada, Heybeliada ve Burgazada. Bu sıralamada ulaşılabilir olma ve nüfusun büyük payı olduğu muhakkak. Yoksa ‘Prens Adaları’ olarak da bilinen 9 yer var (Sedef Adası, Kaşık Adası, Sivriada, Tavşan Adası ve elbette meşhur Yassıada).

Anadolu yakasına cepheli Adalar hem yakın, hem uzak.

Bunlar arasında şimdiye dek sadece Büyükada, Kınalıada ve Heybeliada’yı görme fırsatım oldu. Heybeli’ye birçok defa gittim ama Büyükada’ya gerçekten ÇOK uzun zamandır uğramamıştım. Tatsız bir vesileyle ayak bastığım bir Heybeli ziyaretindeki yazımda da belirttiğim gibi ada düzeni her zaman çekici gelmiştir bana.

Ada enteresan bir kavram. Anakara denilen yerden uzakta, kendine has ulaşım şekilleri ve saatleri olan, ayrı bir yaşamın farklı bir frekansta yaşandığı bir yer. İnsanları, esnafı, evleri; hatta kedileri bile farklı.

Sürgünden sefaya

İlk duyanlar için matah bir şey gibi gelse de Marmara’daki bu adalara ‘Prens Adaları’ denmesinin hazin bir sebebi var. Bizans ve sonraki Osmanlı döneminde adalar hep saray eşrafının önde gelen isimlerinin sürgün yeri olmuş.

1800’lü yıllarda işin rengi değişmiş; adalar zenginlerin ilgi alanı haline gelmiş. Bugünkü ihtişamlı yapıların çoğunun tarihi o yıllara dayanıyor.

Daha önce de çeşitli vesilelerle belirttiğim gibi ben aslen Yeşilköy çocuğuyum. Musevi, Hristiyan, Ermeni, Rum cemaatinin rengarenk dünyasında büyüdüm. Okuduğum sınıflar, büyüdüğüm mahalleler rengarenk bir kültürel ortamda geçti. Bugün hayatında görmediği, bir tanesiyle bile oturup sohbet etmediği ‘azınlıklara’ karşı delicesine nefret besleyenlerin aksine ben onlarla geçirdiğim o renkli günler sayesinde hayatımı, zihnimi zenginleştirdim.

Üstelik o zaman kimse onlara ‘azınlık’ demezdi. Aleks, Nubar, Antuan, Avram, Nora, Eleni gibi isimlere sahip arkadaşlarımın ‘başka’ olduğunu düşünmedim hiç. Aksanları hoş; bazen de komik gelirdi. Hepsi de kibar, iyi, düzgün insanlardı.

Adalar da aynen Yeşilköy, Kurtuluş, Beyoğlu gibi uzun bir dönem bu renkliliği koruyan toprak parçaları olmuş. Hatta aynı dönem ‘gayrımüslim’ (Müslüman olmayan) kesimin bu adalarda çok daha baskın olduğunu unutmayalım. Çocukluk yıllarımı hatırlattığı için bende yeri ayrıdır bu yüzden.

Adalar’ın en Doğu’sunda yer alan, en gizemli, bakir ve heyecan verici ada Sedef Adası.

En çok görmek istediğim, sadece 100’e yakın evin bulunduğu ve dışarı en kapalı Sedef Adası’nı görmeye fırsat yaratamadım bir türlü. Yazlığı olan bir arkadaşımın yıllar süren davetine rağmen (Bir ada sakininin davetlisi değilseniz Sedef Adası’nın liman ve civarındaki küçük bölümünden ötesine giremiyorsunuz).

Bugünkü durum

Adalar o dönemden bir avuç sakini hala barındırıyor. Mimari olarak koruma altında olduğu için o dönemin ihtişamlı, zevkli, estetik yapıları da hala duruyor. Ama sıklaşan deniz seferlerinin daha ulaşılabilir hale getirmesi ve eski sakinlerinin teker teker başka diyarlara göç etmesi sonucu eski günlerden çok farklı bir çehreye sahip.

Benim ziyaret sebebim Akinan kardeşlerin açtığı Akasya adlı restoranı ziyaret etmekti. Kuruluş sürecini Serhat ve Serdar’ın ağzından yakından takip ettiğim bu mekana ilk gününden beri yapmak istediğim her ziyaret girişimi bir şeye takılmıştı (3 defa arka arkaya vapur kaçırdığımı biliyorum mesela!).

Cuma günkü denememde yine bir vapuru kaçırdım. Bir sonrakini yakalamak için iskelenin bitişiğindeki müdavim olduğum mekanda bekleme kararı alınca o riski de ortadan kaldırmış oldum.

Kendi tekneniz yoksa adalara ulaşmak için tur botları ya da tarifeli vapur seferleriyle ulaşabiliyorsunuz. Şehir Hatları vapuruyla Büyükada ulaşmak (Kabataş İskelesi’nden) 90 dakika alıyor ki deniz manzaralı bile olsa canı su kesmiş İstanbullular için zorlayıcı olduğu kesin (4TL). Diğer seçenek hızlı deniz otobüsleri. Biraz daha pahalı bu seferler sayesinde (Yine Kabataş’tan) 40 dakikada Büyükada’ya ulaşabiliyorsunuz (8TL).

Büyükada’ya dair birkaç bilgi

  • Resmi kayıtlara göre 7 bine yakın yerleşik nüfus var.
  • Bütün Adalar ortak bir belediye tarafından yönetiliyor.
  • Adalar genel anlamda SİT alanı olarak korunuyor. Bazı bölümleri Orman Koruma Kanunu kapsamında.
  • Orman koruması kapsamında merkeze yakın bazı bölümler bir dönem tekrar orman arazisi içine alınarak istimlak edilmiş, tapulu evler yıkılmış ve yeniden ağaçlandırılmış.
  • Yeni yapılaşmaya izin yok. İmarlı arazilerin neredeyse her metrekaresi konutlaşmış durumda.
  • Büyükada’da da resmi hizmet araçları (cankurtaran, itfaiye, çöp toplama, polis) dışında motorlu taşıtlara izin yok. Fayton ve bisiklet ana ulaşım araçları.
  • Ben Yeşilköy’de faytonlarla büyüdüm ama Büyükada’daki gibi pis koku hatırlamıyorum hiç. Her yerde at pisliklerine, beter kokularına ve davet ettiği karasineklere hazır olun (bizim faytoncular atların kıçına doğru bir bez gererdi, pislikleri yola döşmezdi).
  • Bir ara faytonların kaldırılıp yerine elektrikli golf araçları alınması gündeme gelmiş ama hayata geçirilememiş. Faytoncular doğal olarak karşı çıkmış. Belediye Başkanı da onlara katılmış (yazık etmişler). Fayton sefasının diğer yüzü pek hoş değil zira.

Ziyaret sebebim Akasya, adadaki beklentilerinize inat açılmış gibi. Örneğin bir ada ziyaretinde bekleyeceğiniz en doğal fon olan deniz manzarası yok. Yine bir adada aklınıza ilk gelen deniz mahsülleri de menüde bulunmuyor.

Burası adanın en meşhur yapısı olan ihtişamlı Splendid Otel’in bitişiğinde tamamı açıkhava bir alanda menüsünden yemeklerine her ayrıntısı özenle seçilerek oluşturulmuş bir Akdeniz restoranı. Geleneksel alkollü / alkolsüz içeceklerin yanısıra sahiden özenle oluşturulmuş bir şarap kavı var.

Tesadüfen karşıma çıkan dostlarla iyice keyiflenen gecede menüye dalmaya çok fırsat kalmadı. Ama yemek mekanlarına dair sevdiğim bir ayrıntıyı es geçmemişler, belirtmek istedim: az seçenek. Toplam 1 sayfalık menüde zorlanmadan yapacağınız bir seçim sizi bekliyor. Dar menünün monotonluğunu günün özel yemeği ile renklendiriyorlar.

Akasya’da kum midyeli spagetti ve bonfile’den oluşan hafif, leziz bir yemeği Suvla’nın enfes bir şarabıyla tattık.

[box type=”alert”]Yine arkadaş muhabbeti olacak ama senelerce Microsoft’un üst düzey yöneticiliğini yapan Selim Zafer Ellialtı‘nın kendimi bildim bileli üstünde uğraştığı, hayatını ve servetini adadığı, tamamen organik emeklerini tatmazsanız çok şey kaybedersiniz. Daha bu sene satışa sunulabilen ürünlerde sadece Suvla Şarapları değil; tamamen organik ve katkısız zeytin, zeytin ezmesi, pestil, domates gibi uzayıp giden ilginç ürünler de Selim’in elinde mucizeye dönüşmüş.[/box]

Büyükada’ya giderseniz liman ve civarının hengamesinden birkaç adım ötede, Splendid Palas’ın hemen bitişiğindeki bu mekana bakmadan geçmeyin. Klişelerden uzaklaşmak için böyle seçenekler olması güzel.

Az önce değindiğim ‘hengame’ meselesine birazdan geleceğim ama Akasya’nın adını birkaç defa andığım komşusundan da bahsetmemek olmaz.

Akşam sofra muhabbeti uzayınca vapurla dönüş de gözümüzde büyüdü ve dönmek yerine o gece adada kalmaya karar verdik. Biz yemek yerken hemen yandaki Splendid Otel‘de odamız da ayrılmıştı. Gece yorgun ve şişkin bir şekilde merdivenlerinden çıktığımız bu mekan ihtişamını gece karanlığında dahi gizleyemiyordu.

1953 tarihli bir ilanda o dönem İsplandit olarak anılan Splendid Palas kendini şöyle tanıtıyor.

1908’de açılan kırmızı panjurlu bu dev yapı en alası Dolmabahçe Sarayı’nda karşınıza çıkan karma mimari tarzımızın naif bir örneği. Hiçbir şatafatı yok ancak her tarafından bir dönemin zenginliği belli oluyor. Dev aynalar, yüksek tavanlar, büyük sütunlar, mermer kaplamalar, iddialı kubbeler…

Biz bir suitte kaldık. Normal oda fiyatı ise geceliği 190 dolar (kahvaltı dahil).

Tarihi yapıları hep sevdim. Kurduğum işlerde tuttuğum ofisler hep tarihi binalardı. Kendi evimiz de öyle. Yüksek tavanlar, cumbalar, rabıta döşemelerin keyfini bilen bilir. Dolayısıyla benim gibiler için böyle bir yapıda bir gece geçirmek de oldukça heyecan vericiydi. Ama eski yapıların kendine has dertlerini de bilmenizde fayda var.

Odanın yaşam alanının aksine küçücük bir banyo-tuvalet ve içinde kapısından zor gireceğiniz küçüklükte bir duşakabin gibi. Ya da üst katta yürüyenlerin rabıta döşemelerde yarattığı gıcırtının ‘gürültüsü’ gibi (bu ayrıntıdan yakınanlar hemen kendini gösterdi zaten).

(Mecburen) kısa bir Büyükada turu

Ertesi gün (Cumartesi) uyanıp bir duş aldıktan sonra Ada’yı keşfetmek için meydana doğru yürüyelim dedik. İnanılmaz bir sıcak, leş gibi at pisliği kokusu, çöp dolu kirli sokaklar ve mahşeri bir kalabalığın içinde bulduk kendimizi.

Adalar (İstanbul’un pek çok mekanı gibi) Araplar’ın cazibe merkezlerinden biri haline gelmiş. Yerli turisti arada seçemiyorsunuz bile. Arap dışında sadece birkaç aile seçebildim. Esnaf bu durumdan gayet memnun ama Ada’nın esas sakinleri ne düşünüyordur bilemiyorum.

Bir adaya ‘kaçtığınızda’ yanınızda götürmek isteyeceğiniz son şey: KALABALIK! Büyükada’da haftasonu hiç eksikliğini hissetmeyeceğiniz bir ayrıntı.

İnsan kalabalığı yetmez gibi bisiklet kiralayıcılardan yuvasından çıkan karıncalar gibi dağılan turistler boşlukları dolduruyordu (bisiklet kiralamanın saati 7TL).

Kahvaltı için meydandaki salaş mekanlardan birine attık kendimizi. Tepemizde, sağımızda, solumuzda çalışan vantilatörlere rağmen hamam gibiydi. Ter içinde kahvaltımızı yaptık (1 kahvaltı tabağı, 1 menemen, 1 tost, 1 portakal suyu, 1 su ve 1 çaydan oluşan siparişimiz 45TL tuttu).

Esnafla yaptığım sohbette Arap turistlerin cankurtaran gibi yetiştiğini söylediler. İyi para harcıyorlarmış. Özellikle Ramazan’da oruç tutmak istemeyen Arapların gözdesi olmuş adalar. Hemen her Arap ülkesinden ziyaretçilerin geldiği Büyükada’da (esnafın söylediğine göre) en açık Ortadoğulu turistler İranlılarmış. Kadınların çoğunun kısacık şort ve atletle gezdiğini söyledi (ve birkaç örneğini gösterdi). Ben de laf arasında İranlılar’ın Arap değil, Fars olduğunu hatırlattım.

Haftasonu akınına denk gelmek

Meydan’ın kalabalığı üstümüze basınca sahilde bir gazete bayinden bir torba dolusu gazete ve dergi alıp sakin bir yerde okumaya karar verdik. Bayiden tam çıkarken yanımda biri “Ada Gazetesi var mı?” diye sordu. Tam davranacakken biri daha isteyince bir tane de ben istedim. Geçen haftaki Kuşadası ziyareti sonrası yerel gazetelerin tadı hala damağımdaydı. Ada gazetesi ise bu anlamda resmen hazine olmalıydı!

Faytonlar kimilerine orijinal gelebilir ama bu halleriyle -bence- adaya faydasından çok zararı var.

Yükümüz elimizde Splendid’in tam karşısındaki Kahve Dünyası’na girdik. Gölgedeki alt terasında bambaşka, serin bir iklim vardı. İlk olarak 1TL etiketli haftalık Ada gazetesini açtım, heyecanla okumaya başladım. Gelelim sayesinde öğrendiklerime…

  • Ada Gazetesi, logosunun yanında ilgi alanını şöyle tanımlamış: Kınalıada, Burgazada, Heybeliada, Büyükada, Sedefadası (bitişik yazmışlar. Belki doğrusu öyledir).
  • 6 yıldır çıkan bu gazetenin 98. sayısını okuma fırsatı buldum (15-31 Ağustos 2012)
  • Kınalıada’da bulunan dev verici antenler RTÜK kararıyla Büyükada Yücetepe”ye taşınıyormuş. Gazete bunu ‘Eyvah!’ patlağıyla vermiş (zeminli vurgulara gazeteciler olarak ‘patlak’ diyoruz). Kınalı’nın değil de Büyükada’nın gazetesi gibi bir tat bıraktı bu yorum bende.
  • Yerli – yabancı turistler yüzünden uzun fayton kuyruklarında beklemek zorunda kalan yerleşik halk için özel bir grup fayton ayrılmış (adanın yerel halkının yaş ortalaması oldukça yüksek).
  • Adalar Belediyesi o kadar büyük bir zararda ki, borçlarından dolayı İller Bankası’ndan kredi dahi alamaz halde. Bu yüzden Çevre Bakanı özel bir talimatla 3 milyon TL ödenek çıkarmış. Bununla 400 çöp kutusu, çöp toplama araçları, yol yıkama ve silme araçları alınacakmış.
  • Büyükada’daki Hüseyin Rahmi Gürpınar Lisesi yeni düzenlemeyle 100’e yakın öğrenci kapasitesiyle İmam Hatip Ortaokulu oluyormuş (bu İHO meselesi de deşilmeye değer bir konu, belki bir ara gireriz).
  • 23 yıldır Adalar Nüfus Müdürü olarak görev yapan Yunus Yılmaz emekli olmuş.
  • Son yangınların ardından Belediye piknik alanlarında düzenlemeler yaparak bu alanlar dışında ateş yakma ve sigara içmeyi yasaklamış.
  • Geçen yıl doğaya bırakılan sülünler çoğalmaya başlamış.
  • Adaların toplam yüzölçümü 10 milyon 770 bin metrekareymiş. Bunun 6 milyon metrekaresi ormanlık araziymiş (yüzde 65’i ormanlık bir alandan söz ediyoruz yani).
  • Esnafa fikir sorulan hoş bir bölüme denk geldim. Adanın en eski esnaflarının şikayetçi olduğu konular şöyle: çöp kokusu ve pislik, Ramazan durgunluğu, Arap turistin azalması, kiralık bisiklet ve elektrikli bisiklet trafiği, sezon kısalığı (Temmuz-Eylül’ü kapsayan 3 ay), eski sakinlerin adayı terk etmesiyle oluşan yeni kitle, seyyar satıcılar, haftasonu ortaya çıkan kontrolsüz kalabalık…
  • Büyükada’nın bütün çöpünü toplayan sadece 1 (köhne) çöp arabası var. Topu topu iki kişi, kavurucu güneş altında, bütün gün adanın çöpünü temizlemeye çalışıyor. İçlerinden biri geçenlerde güneş çarpmasından fenalaşarak hastaneye kaldırılmış.

(Ada Gazetesi’nin kendisiyle ilgili başka meseleler de varmış meğer; sonradan öğrendim.)

İstanbul’un dibinde yaşanan bu bambaşka hayata Cumartesi günü denk geldiğimiz için dayanamayıp, gazetelerimizi okuduktan sonra ilk deniz otobüsüne atlayarak kaçtık. Bir haftaiçi mutlaka yeniden ziyaret edeceğim. Hatta kışın çok daha zevkli olabileceğini düşünüyorum.

Farklı bir şeyler yaşamak isterseniz, aklınızda bulunsun.

Yorumlar

7 yanıt

  1. Alper avatarı

    Büyükada’da Meziki Otel’i şiddetle öneririm.

  2. ahmet avatarı
    ahmet

    ilk yorumu yapan yine ben olayım: harika bir yazı olmuş eyvallah üstadım…

  3. Zafer Zent avatarı
    Zafer Zent

    İstanbul’a o kadar gidip gelmişliğim var ama bir Adalar gezisi yapamadım. Eylül veya Ekim ayında yine bir İstanbul seyahati var bakalım o zaman denk gelirse Adalar’ı bir de ben göreyim 🙂

  4. İbrahim avatarı
    İbrahim

    Hüseyin Rahmi Gürpınar Lisesi Büyükada’da değil, Heybeliada’da. Kışın haftaiçi gezmenizi şiddetle öneririm.

  5. Edebali avatarı

    Ben de geçen kış haftaiçi Kınalıada’ya gitmiştim. Ne bu kargaşa, ne de pis kokular. Küçücükşirin bir ada. Tavsiye ederim. Hatta semt pazarının kurulduğu güne denk geldiğimden gezerken yaşlı teyzelerin meraklı bakışlarına maruz kalmıştım. 🙂

  6. alparslan avatarı
    alparslan

    Faytoncular özel seçilmeli ve devlet kadrosunda olmalı atlarda kadrolu ve temiz olmalı ayrıca bu adaları para için araplara açmayın adaların eski güzelliği gidiyor böylelikle.

  7. MUAMMER ZEYTİNOĞLU avatarı

    ADALAR BİZİM. DEMEKtinoğlu BAŞKA. HER YÖNÜYLE BELEDİYEYE YARDIM ETMEK GEREK. MESELA, İZCİ GRUPLARINA YER VE İAŞE İBATE VERELİM. BİZ ROBERT AKADEMİ ÖĞRENCİLERİ. GELİR, PLAJ VE İSKELE TEMİZLİĞİ YAPARDIK. BU USULLERİN BİR NEFERİ OLARAK Yaşım şu an 82 ve halen hatırlarım, ama biz yatılılar bu işte as eleman olarak seçilirdik. Gündüzlüler. Eğer isterlerse gönüllü olurlardı (saysam iki el iki ayağımın %2 si kadar).
    KILÇIK BENDEN! KEMİKLER SİZDEN. 01/04/2016 Muammer zeytinoğlu

Görüşlerinizi paylaşın: