Otomobilli hayat, oh ne rahat!

Şehir yaşamında konfor ve nimetin tanımını yeniden sorgulamamız gerekebilir. Özellikle otomobil konusunda!

Ben Yeşilköy çocuğuyum. Çocukluğum sokaklarında geçti. Şimdi halk pazarı olan İtalyan mezarlığına bitişik parkında top koşturdum, bisiklete binmeyi sokaklarında öğrendim, her karışında tekerlek izlerim vardır. İlkokulu ve lisenin bir kısmını orada okudum. Hayatımın en güzel günleri orada geçti.

Yeşilköy sadece iki giriş ve çıkış olan, kendi içine kapalı, küçük, sakin bir semtti. Şimdiki Polat Otel’in yerindeki Hasır Büfe piyasa yerimizdi. Yaz okullarına Yeşilyurt Spor Kulübü’nde gittim. Karakoluna düştüm, ilk sigara kaçamaklarını o zamanlar yeni doldurulan sahilinde yaşadım, ilk kız arkadaşlarımla oralarda öpüştüm.

Ve daha bir sürü şey…

Seneler sonra evlenip çoluk çocuğa karışınca şehir merkezine taşınmamız gerekti. Hedef olarak Nişantaşı‘nı belirdi. Eşimin ofisi oradaydı ve aklına yatmıştı.

Yeşilköy çocuğu pek dışarı çıkmaz. Etraftaki arkadaşlarımın çoğu Nişantaşı’nın yerini bile bilmezdi (o zaman Yeşilköy içine kapalı bir yerdi, şimdiki gibi değildi).

Menzile giren bu yeni semti ilk gördüğümde resmen irkilmiştim.

Bitişik nizam sıradan apartmanlar, beş karış kaldırımlı yollar, rezalet bir trafik, gürültü, yeşillik yok, sahil yok, doğru düzgün park yok, araç park edecek bir avuç bile yer yok…

Hiçbir cazibesi yoktu anlayacağınız.

Kesinlikle istemiyordum. Yine de 4 sene kadar ev bakındık. Sonunda aradığımız tarz bir yer bulduk, satın aldık ve uzun bir restorasyon / dekorasyon süreci ardından taşındık.

Kısa süre sonra bu semtin korkutucu ve can sıkıcı taraflarının aslında dışarıdan gelenlere yönelik olduğunu anladım. En önemli fark otomobil kullanma gereksinimi olmamasıydı. Birçok yere yürüyerek gidilebiliyordu. (Yeşilköylüler tembeldir. İki adımlık çarşıya bile arabayla gider, park yeri için dolanırdık).

Burada her yer, her şey iki dakikaydı. Küçük bir alan içinde aklınıza gelen her şeyin olduğu bir mekan.

Otomobil anlaştığımız otoparkta yatmaya başladı. Ben satmak istediysem de eşim en azından haftasonları ya da yaz tatillerinde çocuklarla bir yere giderken ihtiyaç duyduğu için kalmasını istedi. O savaşta da kaybettim anlayacağınız 🙂

Nişantaşı pek çok konuda olduğu gibi otoparkta da pahalı bir yer. Şu an otopark aidatımız 400TL. Durduğu yerde! Son üç ayda en fazla 3 defa kullanmışımdır üstelik. Her yere yürüyerek, metroyla, taksi ya da otobüslerle gidiyorum. Çok daha hızlı, ucuz ve dertsiz…

Mecburiyetlerin hatırlattıkları

10 gün önce araba kullanmak zorunda kaldım ve ‘şansıma’ lastiğim patladı (yarıldı diyelim). Rezil bir yağmurun altında, Kasımpaşa’nın izbe bir ara sokağında, sabahın ilk ışıklarında hala iyileşmemiş kolumla değiştirdim. Sabah yeni açılmış bir tamirciye patlak lastiği bırakıp stepne takılı aracı otoparkıma bıraktım.

Ardından istisnasız her gün gidip lastikçiye esas lastiği almak için niyetlendim ve her gün rezalet trafiği görüp vazgeçtim. Sonunda dün akşamüstü gözümü karartıp gitmeye karar verdim. Ali ile yola çıktık (Neynep bu işe pek bozuldu). Bu noktadan sonrasını anlatabilmem için bir kroki vermem gerek.

Aracım A noktasında bir otoparkta duruyor. Tamirciye giden güzergahın başlangıcı olan B noktası yürüme mesafesinde 20 metre var yok. Ama araçla giderseniz Nişantaşı’nın tek yön-tek şerit yollarında (gördüğünüz gibi) inanılmaz bir rota çıkıyor. Dolayısıyla mesafe 1,5 kilometreyi geçiyor.

16:30’da çıktığımız yolda B noktasına vardığımızda saat 17:25’i gösteriyordu!

Yani Google haritasının 5 dakika olarak verdiği bu mesafeyi 55 dakikada almıştık!

Bir ara Ali’nin sesinin kesildiğini fark ettim. Arkama döndüğümde şu manzarayla karşılaştım.

Küçüğüm gayet haklıydı. Ama çilemiz bitmemişti. O noktadan 2,2 kilometre tutan ve ‘ecnebi’ Google’ın 6 dakika olarak verdiği rotayı tam 40 dakikada aldık. Yani tamirciye ulaşmamız 1,5 saati geçmişti (dün Münih’ten uçakla 2 saatte İstanbul’a döndüm??!!).

Eve dönüşteki çilemizi ayrıca yazarak uzatmak istemiyorum.

Şimdi durup düşünelim; bu açıdan bakınca otomobilin bir nimet ya da lüks olduğundan söz etmek mümkün mü? Otopark parası, vergisi (2 litrelik benzinli bir araç kullanıyorum), bakımı, benzini, sigortası, kaskosu, beklenmedik aksilikleri derken aslında ciddi bir örtülü ‘sahip olma maliyeti‘nden söz ediyoruz.

Bu semtte yaşamayı çok seviyorum. Başka bir semtte bu kadar mutlu olabilir miyim emin değilim. Ama araba kullanmak zorunda değilsem! Bir de buraya araçla gelenler var elbet. Gerçekten mecburlar mı emin değilim. Metro gibi bir nimet varken aracı uzaklara park edip bu seçeneği tercih etmemek nedendir bilemiyorum. Hele hele gece eğlenmeye gelirken araçla gelmek cidden akıl karı değil.

Elbette kimsenin tercihini sorgulama ya da yönlendirme hakkına sahip değilim. Ama mantık da bas bas bağırıyor.

Bu ‘olayın’ ardından arabayı otoparka bırakıp trafikte deliren araçların ve sağır edici korna seslerinin arasından sakince yürüyüp Ali’yle birer içecek aldık (kendisi Chai Latte hastası).

Onu eve bıraktıktan sonra birkaç arkadaşla buluşacağım balıkçı randevum için metroya bindim. Osmanbey’den şimdilik metronun o taraftaki son durağı Hacıosman‘a geçmem 15 dakika sürmedi (20 kilometreden uzun bir yoldan söz ediyoruz). Oradan araçla 10 dakikada Rumeli Kavağı.

Toparlayacak olursak

Bu dertlerin Nişantaşı’na has olduğu iddiasında değilim. İstanbul’un aşağı yukarı her semtinde durum aynı. Ama buranın birkaç tık daha beter olduğuna sanıyorum kimse itiraz etmez.

Özetle; konfor ve nimet anlayışımızdaki parametrelerimizi yeniden kontrol etmekte fayda var gibi.

Özellikle İstanbul’da…

http://www.youtube.com/watch?v=xI-SzbuRmqI

(Sözleri Nazım Hikmet’e aittir)



Yayın Tarihi:


Yorumlar

8 yanıt

  1. Kemal avatarı

    Tamam amirim. Siz Nişantaşı’nda çok mutlusunuz da ya çocuklarınız. Onların dağınıp döküleceği, koşturacağı, bisiklete bineceği hiçbir yer var mı? Bir de onların açısından düşünseniz.

  2. goygoycu avatarı

    Amirim motosiklet maceran ne oldu peki ? Ben de ikiteker sevdalisi oldugum icin soruyorum. Seni tekrar yollarda gorebilecek miyiz ? Bu arada seni yesil Vespa’nla Ortakoy sahilde gormustum. Uzerinde sadece yesil bir tisort vardi, “daha yeni kullanmaya basladi, sifir koruma, umarim bi kaza gelmez basina” diye icimden gecirmistim. Sonrasinda kaza yazini okudum, benim nazarim mi degdi diye dusunerek kotu hissetmistim kendimi…

  3. amarat avatarı

    Amirim,
    sahip olma maliyeti demişken şu yazımı hatırladım.
    http://entelektuel.com/m-serdar-kuzuloglunun-arabasi/

    Tabii son ÖTV artışı ile bu araba daha da pahalı artık. Hesaplamak isteyenler için, http://entelektuel.com/otv-zamlaninca-kdv-de-zamlanmis-sayildi/ yazısını inceleyebilir.

  4. Selim Söyüt avatarı

    Serdar Bey, araba ve trafik konusunda yazdiklarinizin coguna katilmakla birlikte, bu konuda tam bir dogru yada yanlis olmadigini dusunuyorum. 8 yildir İstanbul’da calisiyorum, yaklasik 6 yil boyunca toplu tasima ile gidip geldim isime. Son iki yildir da araba ile gidip geliyorum. Eger eviniz ve isiniz yakin degil ve isiniz metro yada metrobuse yakin degilse, bir de sabah 8-9, aksam 6 arasi calisiyorsaniz, o saatte binebileceginiz hicbir lastik tekerlekli toplu tasima araci (taksiler dahil) isinize yaramayacaktir. Cunku o saatte ciktiginizda trafigin gobegine duseceksiniz (taksi kullanarak alternatif (acik ama uzun) yollardan gitmeyi denerseniz butcenizi gozden gecirmelisiniz).

    Ornek bir kac rota vereyim (daha onlarca farkli ornek mumkundur) : Maltepe’den daha doğu’da calisip (Kartal, Gebze vb.) aksamlari Kadikoy tarafina geliyorsaniz yandiniz, karsiya geciyorsaniz zaten bittiniz (bkz. 500T maceraları http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=500t). Maslak’ta calisip Umraniye’de yada Atasehir’de oturuyorsaniz yine yandiniz. Bostancı’da calisip Kagithane’de oturuyorsaniz soze gerek yok…

    Bu ornekleri onlarca farkli sekilde cogaltmak mumkun, ortak noktalari is ile evin ne kadar yakin oldugu ve bu ikisinin metro/metrobus gibi trafikten etkilenmeyen araclara yakinligi. Sonuc olarak sizin orneginiz sizin icin kesinlikle dogru (mantikli) ama bu sehirde evin ise gore kolayca ayaralanamayacagini dusundugumuzde bu sehirde yasayan milyonlarca insan icin araba da bir zorunluluk haline gelebiliyor. Ben hep sunu soyledim cevremdekilere: Eger genc ve bekar bir bireyseniz (hele de erkekseniz) toplu tasima gayet uygun, evliyseniz bir araciniz olsa iyi olur, cocugunuz da varsa kesin bir araciniz olmali bu sehirde…

    Saygilarimla…

  5. Cenk Sahin avatarı

    Dostum bence esini ikna edip satmalisin o arabayi tez zamanda. Yaz tatillerinde ise istediginiz en luks arabayi kiralarsiniz. Yaziktir bir ogrenci o aylik otopark parasiyla 3 ay gecinir!

  6. Osman Kenobi avatarı

    Uzun bir süre Nişantaşı ve çevresinde oturdum, çalıştım. Alışınca çok güzel bir semt ama dediğiniz gibi araç sahipleri için bir kabus. Vergiler, otoparka verdiğiniz para, çiziği şu bu derken aylık olarak araç için ayırdığınız parayı her zaman haftasonu için araç kiralamak için ayırabilirsiniz. Ben öyle yaptığımda çok rahatlamıştım. Hele ki sponsor kullanan araç kiralama şirketlerinden birisi ile anlaşırsanız daha da ucuza gelebilir.

  7. Cem Özkan avatarı

    Oğlunuz çok tatlıymış,büyümüş kerata

  8. Ahmet Anil Dindar avatarı

    Evet Istanbul’da toplu tasima ile hareket etmek cok daha kolay. Misal, Atakoy’den Maslak’a gitmek icin toplu tasima ile gitmek inanilmaz vakit kazandiriyor.

Görüşlerinizi paylaşın: