İnsanlığın umudu kokoreç hapında

Geleneksel tarımla aç kalacağız. Geleceğimiz hakkında bildiklerimiz ıspanaktaki demir kadar bile değil. Çözüm ise EN tahmin edilmez tarafta.

Çoğu zaman en büyük sorun yüzde 8’e düşen cep telefonu şarjı gibi geliyor ama değil. O daha çok Birinci Dünya Dertleri kabilinden. Herkesin derdi kendine elbet. Ama bilincimizin tartışmalı olduğu bebeklik çağımızda, sütünü almak için annemizin memesine saldırırken dahi farkında olduğumuz bir gerçek var: bu dünyadaki varlığımız yiyecek ve içecek bir şey bulmamıza bağlı. Ve bu her geçen gün daha da zorlaşıyor.

Kafamızı karıştıran şehir hayatı daha çok. Her köşe başında yiyecek satan bir mekan var. Su her yerde; hatta yüzlerce marka altında ambalajlanmış olarak seçmemizi bekliyor. Bütün bunlar her ikisinin de bol ve yaygın olduğu yanılgısına sürüklüyor bizi.

Yetişkin bir insanın günde 2 litre su içmesi gerek diyorlar. Kimileri bunu ‘sıvı’ olarak da yorumluyor (yani mevyvelerden, yemeklerden aldığımız sıvıyı da bu hesaba katıyor). Kabaca bir hesapla 8 bardak diye düşünebiliriz oranı. Fakat her şeyden önemlisi bu suyun ‘içilebilir’ olması gerekiyor. Bu kolay iş değil (örneğin geri kalmış ülkelerde ishalin ve ishale bağlı ölümlerin yüzde 90’ı su kaynaklarının kirliliğinden. Her yıl 683 bini çocuk  840 binden fazla kişi sudan kaynaklanan hastalıklar yüzünden ölüyor). 750 milyondan fazla insan temiz su kaynağına sahip değil.

Böyle konularda karşımıza hep kara derililer çıksa da Türkiye’de dahi farklı ölçekte yansımaları yaşanıyor. ‘Çölleşiyoruz’ uyarısı çoğumuza masal gibi geliyor ama durumun vehametinin (çiftçimiz dahil) çok azımız farkındayız. Markette, bakkalda, büfede her daim su, aş görmenin ölümcül yanılgısı diyelim.

Su varlığımız için diğer her şeyden önemli. Yemeksiz günlerce yaşamamız mümkün. Susuz asla. Çok daha fazla seçeneğimiz (dolayısıyla beklentimiz) olan gıdalarımız konusunda bile kilit rol oynuyor.

Daha iyi anlamak için birkaç besin maddesinin önümüze gelene kadar ne kadar suya mal olduğuna bakalım:

  • 1 adet elma: 125 litre.
  • 1 adet muz: 160 litre.
  • 1 kilo et: 15,4 TON.
  • 1 bütün ekmek: 155 litre.
  • 1 kilo peynir: 940 litre.

Liste böyle uzayıp gidiyor. Anlattığı şey: yiyeceklerimiz bile epey suya ihtiyaç duyuyor.

Beslenme meselesi daha da garip. Çünkü karşımıza çıktığı şekliyle asıl amacı perdeliyor. Daha açık bir ifadeyle anlatmak gerekirse, görüntüsü ve lezzeti bir yana, bir şeyler yerken asıl amacımız ihtiyaç duyduğumuz 35 temel besin maddesini vücudumuza sokmak. Yani aslında bize gereken ekmeğin kendisi değil; içindeki karbonhidrat. Et değil; protein. Süt değil; amino asit. Vitamin ve mineral kaynağı meyvelerin dahi büyük bir bölümü sadece sudan ibaret.

iyi-yedik

Peki derdimiz karbonhidrat, yağ, lif, vitamin, mineral ve su temelli bu 35 temel bileşeni almaksa bunu karnıyarık, kokoreç, kuru fasulye ya da muzlu rulo pasta formunda tüketmemiz şart mı? Farkındayım hepsi harika tercihler ama şart değil (bilim-kurgu filmlerinde karşımıza çıkan ve astronot yemekleri de aynı mantıkla hazırlanıyor).

Bir süredir aldığım günlük vitamin hapımın kutusunda 36 vitamin ve mineral listeleniyor. Ginseng ve likopen de cabası. Küçücük bir tabletle aldığım bunca bileşeni bir şeyler yiyerek almaya kalksam 200 kiloya vurabilirim. Masraf ve emeğine girmiyorum bile.

İçiyorsam mecburiyetten

Bütün girişim fikirleri bir bir patlayan, parasız-pulsuz kalan, yemeği geçtim; kirayı dahi zor denkleştirir hale gelen (Amerikalı) Rob Rhinehart tam da bu fikirden yola çıkarak sağlıklı beslenme sitelerini baştan sona tarayarak 35 bileşeni sıralar. Bunları içeren toz ve hapları internetten sipariş eder, gereken günlük miktarları bir kıyıcıda (Türkçesiyle ‘blender’) suyla karıştırıp kafaya diker. Ortaya limonata tadında gayet güzel bir şey çıkmıştır!

Bunu bir ürüne çevirmek için Kickstarter‘a koymayı düşünse de başka bir alternatifle yola devam eder ve birkaç saat içinde ihtiyaç duyduğu fonun (sermayenin) tamamını toplar.

Dünyayı değiştirecek buluşuna (benim de çok sevdiğim bilim-kurgu filmi Soylent Green‘den aldığı ‘garip’ ilhamla) Soylent adını verir (Haftanın Özetleri‘ni takip edenler için bu marka tanıdık gelmiş olmalı).

Daha geçen ay 20 milyon dolar yatırım alan Soylent, haftada 85 dolara (28 öğün) ya da aylık 300 dolara (112 öğün) karnınızı doyurmayı (daha doğru bir tanımla tam ihtiyacınız olan şekilde beslenmenizi) sağlıyor. Üstelik bir şey pişirme derdi de olmadan. Soylent tozunu suyla karıştırıp çalkalıyor ve kafaya dikiyorsunuz. Tamamen sıvı olduğundan sindirim sistemini de yormuyor (aklınıza gelen-gelmeyen bütün soruların cevabı sitesinde. Wikipedia’da da epey bilgi var).

Bunun bir başka örneğini 7. haftalık özette bir karı-koca tarafından kurulan ve kısa sürede Coca-Cola tarafından satın alınan fairlife markalı sütte görmüştük. Farklı ineklerden sağılan sütleri hiçbir kimyasal madde kullanmadan optimize ederek hepsinin besin değerini en üst kaliteye çıkaran bir patentleri var.

Youtube’da Soylent kullanan binlerce kişinin videosu var. İzlediklerimin tamamı sağlığının düzeldiğini, daha rahat uyuyup-uyandığını söylüyor. Yemek yemiyor olmanın psikolojisi de garip olmalı.

Soylent’ın bu ilginç hikayesi internette apayrı bir akımı doğurdu: DIY Soylent. Adından da anlaşılacağı gibi bu akım herkesin kendi Soylent tozunu yapmasını sağlıyor. Üstelik kendi önceliklerine göre. Nasıl olsa bileşenler belli. Yapmanız gereken beslenme tarzınızı seçip karışım tariflerine bakmak.

Soylent (ve türevleri) mucize gibi görünse de -yine- kaynaklara erişimi ve cebinde az-çok parası olan kesimine hitap ediyor (dünya nüfusunun yarısının günde sadece 2,5 dolar kazandığını hatırlayalım).

Ve işin acısı (tarım teknolojilerindeki bütün verim artışına rağmen) bütün istatistikler şunu gösteriyor: Nüfusumuz 2025’te 8, 2050’de 10 milyarı geçecek. Ve yakın gelecekte dünya nüfusuna yetecek ne su ne sebze-meyve ne de et olacak!

Pek lafı geçmese de tarımdan elde ettiğimiz mahsulün yarısı hayvan yemi ve yakıt üretimine gidiyor. Geleneksel tarım yöntemleriyle dünyadaki ekilebilir araziler en fazla 4 milyar kişiyi besleyebiliyor. Bugün dahi her 2 saniyede -çocu çocuk- bir insan açlıktan ölüyor.

Peki ne yapacağız?

Sentetik et (ayrı bir yazıda değinirim), genetiği değiştirilmiş meyve ve sebze elbette (mecburen) altın çağını yaşayacak. Fakat onlar dahi esas ihtiyaç duyan kesim için yüksek maliyetli kalıyor.

Beklenen cevabı lafı dolandırmadan söyleyeyim: gelecekte böcek yiyeceğiz!

Kulağa garip, kiminize mide bulandırıcı gelse de düşünelim: karides yemekle hamam böceği yemek arasında teknik anlamda ne fark var? Ki birçok ülkede bu tip böcekler zaten gündelik gıdalar arasında yer alıyor. Tayland’da mesela. Bir ziyaretimde yemiştim ve itiraf ediyorum ÇOK lezzetliydi.

Böcekleri mevcut haliyle yemek de şart değil; birçok farklı formda satılıyorlar.

karatay

Her şey bir yana böcekler bugün yediğimiz pek çok şeyden daha temiz, daha yüksek proteinli ve düşük kolestrollü. Bulması da yetiştirmesi de kolay. Şişmanlatmadıkları gibi lezzetleri tavuğu andırıyor (cırcır böceğinin tadını tavuktan ayırmak güç).

Kısacası böceklerin yemeklerde yer alması teori ve pratikte kaçınılmaz. Buna şimdiden -en azından zihnen- hazırlanmalıyız. Birileri Emine Beder ve Oktay Usta’ya da haber vermeli. Bu işe en çok Canan Karatay sevinecek şüphesiz.

Peki bu kadar böceği nereden bulacağız?

Bu yılki İstanbul Tasarım Bienali’ne gidenler bir örneğini görmüştü mesela. (ABD’ye göçmeden önce ülkesi Togo’da açlığı, kıtlığı yaşamış) Afrikalı Tasarımcı Mansour Ouarasanah imzasını taşıyan LEPSIS, herkesin evinde (gıda amaçlı) kendi çekirgesini üretmesi için bir tasarım ortaya çıkarmış. Üstelik ciddi destek ve yatırım da almış. Hikayesini dinlemeniz gerek.

Philips’in şehirde yaşayanların kişisel bal üretimine yönelik arı kovanı projesi Urban Beehive tipi deneyler de dikkat çekici. Bunların türevlerini ileride bolca göreceğiz (ayarlar ikonuna tıklayarak aşağıdaki videonun Türkçe altyazısını açabilirsiniz).

O günler gelinceye kadar aklımızda bulunması gereken tek bir şey var: İstanbul’un en güzel kokoreçi Eminönü’nde. Gidip her ‘dolma’ siparişi verdiğinizde aklınıza bu yazı ve ben geleyim.

Yorumlar

34 yanıt

  1. Tarık avatarı
    Tarık

    En son Türkiye’ye gelir

  2. Emre avatarı
    Emre

    Kokoreç hapı yazının neresinde? Birileri dikkat çeksin diye garip başlıklar koyuyor ama konuyla hiç alakası yok. Bide bu arkadaş yazar.. kime, neye yazar. Sen oku bence.

  3. Halil Kupeli (@halilkupeli) avatarı

    – (Türkçesiyle ‘blender’) 🙂
    – Amirim adından anlaşılmayabilir, “DIY Soylent.” DIY: Do It Yourself, Kendin Yap, Kendin Pişir Kendin Ye…
    – Urban Beehive olayı dikkatimi çekmişti, Londra ve New York ta bu işten geçimini sağlayanlar var, linkini bulamadım ama New York City’de mahallesine göre balları etiketleyen, isteyenlere kovan kiralayan girişimler görmüştüm. Londra ve New York dengi bizdeki büyük şehirlerde o arılar hayatta kalabilirmi, kovanları çalarlar mı ? Manhattan gibi gökdelenlerle dolu bir yerde bile irili (Central Park) ufaklı ne kadar çok park ve yeşil alan (High Line) var, (bu park gereksiz apartman/avm yapalımcılık) diye de düşünmüştüm.
    – Zihninize sağlık amirim, iyi günler.

  4. Necmettin avatarı

    protein tozları insan sağlığına ne kadar yararlı ne kadar zararlı yaşam süresine etkisi ne olur tartışması bir yanı benim gördüğüm ve anladığım insanlığın sonu geliyor.

  5. Kaan avatarı
    Kaan

    Amirim, gunluk aldıgınız vitamin hapına kadar merak ediyoruz, ona da bir link koysaydınız. Saygılar

  6. Barış avatarı
    Barış

    Amirim ilk videonun altındaki yarde “Zok” yerine “Çok” yazması gerekiyor sanırım.

  7. Ahmet Selvi avatarı

    İnsanlar böcek yemeye başlarsa ortalık karışır.
    –Spoiler–Snowpiercer–

    Birde tek bir lezzet tatmak insanlara yetseydi Dünya üzerinde bu kadar çeşit yiyecek ve tatları ayıracak bir dil, beyin ve burun olmazdı. Bir yazınızda midesine kelepçe takılanların yemek yemedikleri ve haliyle yemekten keyif alamadıkları için intihar ettiklerini yazmıştınız. (hepsi değil tabii).

  8. Hediye avatarı

    Haplarla beslenmeye başladığımız gün “hapı yuttuğumuzun” resmidir. İnsan tatlar ve kokular olmadan hayattan nasıl keyif alabilir ki?

  9. Gökçe KURT avatarı

    İşin daha da dramatik yanı, Soylent’in yapımında kullanılan vitaminler, yağlar, proteinler ya da izole aminoasitlerin yapımında, su ayakizi çok yüksek olan hayvancılık ve tarım ürünlerinden faydalanılması gerekiyor.

    Örneğin meşhur Whey protein için yoğurt suyu veya peynir suyu lazım ki suyundan ayrıştırdıktan sonra tozu yapılabilsin. Bunun için de süte ve süt veren hayvanlara ihtiyacımız var. Tabi onları beslemek için de yine tarıma…

    Ya da isolated aminoasitleri üretebilmek için GDO’lu bakterilerin kültüründen faydalanılıyor. Mesela Arginine tabletinin içindeki acı aminoasit aslında ozonlanmış, plazması kurutulmuş ve şeker kamışıyla beslenmiş bir bakteri kültürüdür. Nem almasın, topaklanmasın diye sığır jelatiniyle ve E341 tri kalsiyum fosfat ile birlikte karıştırılır. Bu yüzden o buruk, acı tada sahip olur. ( Hoppalaa, jelatin de sığır kemiklerinden elde ediliyordu değil mi…)

    Aslında ben bu yazıyı aslında kendimize bir “itiraf” olarak algılıyorum. Çünkü doğada “olmasa da olur” dediğimiz bileşenlere zannettiğimizden çok daha fazla ihtiyacımız var ve istediğimiz kadar çeşitten – lezzetten ödün verelim, yine toprağa ve farklı çeşitlerdeki tarım ürünlerine bağlı kalıyoruz. Tabii elimizle ne verirsek, onun bizimle geleceğini de düşünürsek, birazcık “tree hugger” olmaktan, birazcık “hes karşıtı olmaktan” çöpü atarken eskimiş pilleri ayrı bir yere koymaktan, kızartma yağını lavaboya dökmemekten, evde yaratıcı şekilde onarılmış mobilyayla oturmaktan kimseye zarar gelmeyeceğini düşünüyorum.

  10. yucel avatarı

    Bugün arkadaşıma sordum. Eğer insanın yemek yemeye ve su içmeye ihtiyacı olmasaydı dünya bugün nasıl bir yer olurdu?Vücudumuzun fonksiyonlarını yerine getirmesi için hava yeterli olsaydı mesela yemek ve içmek diye birşey olmasaydı yaşam, teknoloji, ekonomi,siyaset nasıl değişirdi? Amirim ne der merak ediyorum.

  11. fatih avatarı
    fatih

    Serdar bey siz çözebildiniz mi elbisenin rengini? Bir yazıya ihtiyaç var gibi

  12. K. B. avatarı
    K. B.

    Veganizm diye bir sey duydunuz mu? Merak ettiniz mi? Etik veganizm? Hayvan endustrisinin hayvanlara, dogaya, sagliga zararlariyla ilgili bir seyler? Hic dert ettiniz mi bunlari?

    1. mserdark avatarı
      mserdark

      Sorunuz banaysa daha da ötesine bakıyorum aklıma geldikçe.

      1. K. B. avatarı
        K. B.

        Evet, size.

        O yaziya ve diger yazilariniza bakinca ‘veganizmin otesi’ne ‘veganizme hic ugramadan’ gectiginizi anliyorum.

        Veganizmin ne oldugunu bildiginizden gercekten emin misiniz?

        Ve daha otesine bakarken ne yaptiginizi da merak ediyorum. Teori disinda. Pratikte hayvan haklarinin neresinde oldugunuzu.

  13. yigitak avatarı

    Besin değeri olarak sonda paylaştığınız video ile benzer bilgileri verse de böceğe giderken yine böcekten geldiğimizi anlamak belki tedirginlerin içini biraz ferahlatır diyerekten bu da benden olsun amirim: http://marketman-onair.blogspot.com.tr/2014/08/boceklerin-lezzeti.html

  14. Soner avatarı
    Soner

    Böcek demişken, Medine Müdafaası sırasında aç kalan Osmanlı askerleri de çekirge ile karınlarını doyurmuştur.

    https://www.facebook.com/238382029546891/photos/a.293469820704778.92713.238382029546891/239315906120170/

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Medine_m%C3%BCdafaas%C4%B1

  15. Sami Mutlu Sozer avatarı

    Açlık virüsler gibi davranacak, kitlesel ölümlere yol açsa da belli bir denge oluşunca insan evrilerek yoluna devam edecektir.

  16. ColorTRMert avatarı

    Kullandığınız multivitaminin ismini verebilir misiniz?

  17. suis avatarı
    suis

    Vitamin hapları ve tamamen hap ile vücudun istediği oranda besini alma konusuna bir dönem çok takılmıştım. Daha sonra Doktor Öz’ün bir röportajını izledim. Kendisi bu piyasanın tamamen umut piyasası olduğunu, böyle bir şeyin mümkün olmadığını söylemişti. Dışarıdan alınan vitaminlerin şu hali ile mide asidi tarafından eritildiğini dile getirmiş, vitamin ve mineralleri vücudun yiyecekten prosses edebildiğini ancak haptan edemediğini söylemişti. Bu konuda da görüşler ayrılıyor ama umarım umut için para harcamıyorumdur vitamin haplarına.

  18. spidervis avatarı

    Zaten farkında olmadan yılda yarım kilo böcek yiyoruz. Ben de hali hazırda evde böcek besleyip üreten adamım. Gelecek yıllar satmaya da başlarım.

  19. asibonzai avatarı

    İlk fırsatta vegan soylentimi yapacağım. Hayvan yiyen ya da hayvandan gasp edilen süt-bal vs. ile yaşanmayacağını savunan kıtlara inat.

  20. Halil avatarı
    Halil

    Ne yapıyorsak yine kendimize. Bir hekim aşağıdaki yazıyı paylaşmıştı:

    İlaç endüstrisi doktorların gözünü bağlıyor da et endüstrisinin eli armut mu topluyor? Yıllık 140 MİLYAR DOLAR gücündeki bir endüstri bu . Okyanus ekosistemini şekillendiren, iklimleri değiştiren bir güç bu. Uzman kuruluşları ve araştırma fonlarını yönlendirmek, beslenme ve sağlık uzmanlarını etkilemek bir tek ilaç endüstrisinin mi aklına geliyor?

    … Amerikalılar 80 yıl öncesine göre 150 ( YÜZELLİ ) kat fazla tavuk yiyor! Yuh diyorum. Yuh. Biz de yaşam biçimi-çevre her açıdan onların yolunda gidiyoruz, BİLMEYEN YOK. Türkiye’de kırmızı et tüketimi yalnızca son 10 yılda 2,5 katına ulaştı!

    Endüstrinin “Daha çok protein almalıyım” , “Tek gerçek protein hayvansal proteindir” “ Süt içmezsek gelişmeyiz” gazlamaları sonucunda hayvancılık endüstrisi tümöral büyüme gösterdi. İnanılır gibi değil ama, Amerika’da sadece 2 nesil önce tüm çiftlikler gelenekseldi! Sizin Anadolu’nun üç kuruşluk nefesini vermesi uzak değil, hayvan sanayisi karşısındaki bu aymazlık, körlük derhal değişmezse. Nasıl değişecek? Koyun kesip dolapta stoklayarak mı?..1930’da tek bir endüstri tavuğu yoktu ABD’de..şimdi tek suçu yumurtadan erkek çıkmak olan yumurta tavuğu civcivleri, metrelik büyük çöp poşetlerine tıka basa doldurulup ağzı bağlanan ya da çöp makinesi dişlilerinde canlı canlı öğütülen civciv sayısı yılda 250 milyon! Şimdi sadece Amerika’da hayvan fabrikaları SANİYEDE 40 TON dışkı üretiyor, biliyor musunuz?
    Sa-ni-ye-de! Bunu yazana kadar 100 TON bok bıraktılar doğaya. Gel vatandaş metana gel! Tüm Amerikalı insanların ürettiği bokun 130 katı yani! Eskisi gibi gübre değil, dışkı! Hayvanın kendisi zehir yığını, dışkısından ne beklersin. Birleşmiş Milletler raporundan alıntı: “..: en ciddi çevresel sorunlara en fazla katkıda bulunan 2-3 etmenden biridir.. Hava kirliliği, toprağın bozulması, iklim değişikliği, su sıkıntısı, su kirliliği ve biyodeğişim gibi sorunlarla mücadelenin odak noktasını hayvancılık endüstrisi oluşturmalıdır…çiftlik hayvanlarının küresel ısınmaya katkısı muazzam boyuttadır..”
    Neden oluyor peki bütün bunlar? Kg başına 0,8 gramlık protein ihtiyacının şehir efsaneleriyle gereksiz yere artırılması, ve gergedan boynuzundan iktidar, yok efendim maymun beyninden ölümsüzlük aramak misali, “yaşamış, bir zamanlar bir yaşamı ve ruhu olmuş” bir hayvanı yemeye bilinç altında –hala- atfedilen sürreel ve irreel “güçlenme kuvvetlenme” iç güdüsünü kullanan hayvan fabrikası endüstrisi.

    ABD’de son 50 yılda ev 15 kat, araba 14 kat pahalandı. Süt yalnızca 3 kat artarken, yumurta ve tavuk ise 2 katını bile bulmadı. “Tarihin en ucuzu” illuzyonundaki hayvan proteini, çevresel etkiler düşünülse tarihin en pahalısı durumunda.

  21. Umut Çağdaş Coşkun avatarı

    Soylent muhabbeti bana fazla pahalı geldi. Ucuzlasa da kullansak, merak ettim açıkçası. Ayrıca evde böcek yetiştirme olayını da biraz araştırıcam sanırım.

  22. yilmaz avatarı
    yilmaz

    10 yıl önce bi discovery belgeselinde bir ağaç böcüğünün 1 kg biftekten 10 kat daha fazla protein içerdiğini izlediğimde yoook artık demiştim bu yazıyı okuyunca aklıma geldi 😀

    Alakasız olacak ama https://www.youtube.com/watch?v=I8lla-50gy8

  23. Burak Kılıç avatarı

    Size şu arkadaşları takdim edeyim: http://youtu.be/a-ZFghBR4_g

    Ayrıca sitesi de şurada: https://ordasaatkac.wordpress.com/

  24. Tahsin Ateş avatarı

    Yazınızı okurken aklıma bir kaç hafta önce okuduğum aşağıdaki yazı geldi;

    http://www.varunagezgin.com/yedigimiz-en-cilgin-10-yemek

    Eskişehir’li gezgin bir grubun yediği en ilginç 10 yemek listesinden biri de Türkiye’ye ait. Listede ki yiyecekler ne kadar iğrendirse de, denenebilir gibi geliyor bana da.

    Paylaşımlarınız için sonsuz teşekkürler, ilgiyle takip ediyorum. Selamlar, saygılar…

  25. allianceoptima avatarı

    Ben yazının başlarındaki “bir adet elmanın 125 lt suya mal olduğuna” takıldım. Pek inandırıcı gelmedi, bir yazım hatası olabileceğini düşündüm. Verdiğiniz kaynağı inceleyeyim dedim.

    Gerçekten de, http://www.waterfootprint.org/?page=files/productgallery sayfasına gittiğimde “Global Average Water Footprint= 822 litre/kg” yazdığını gördüm. Yani bir yazım hatası yoktu. Ancak hala inandırıcı bulmadığım için sayfanın kullandığı kaynak olan çalışmaya gittim.

    2011’de Mekonnen, M.M. and Hoekstra, A.Y. tarafından Hydrology and Earth System Sciences’de yayınlanan “The green, blue and grey water footprint of crops and derived crop products” yazısına ulaştım:

    http://www.waterfootprint.org/Reports/Mekonnen-Hoekstra-2011-WaterFootprintCrops.pdf

    Bu yazının 1589. sayfasının başında elma için (apples, fresh) 822 m3/ton yazıyor.

    Bu daha mantıklı geldi. Waterfootprint.org sitesindekiler bilgi aktarımında yanlışlık yapmışlar, siz de istemeden bu yanlış bilgiyi kullanmışsınız.

    Yazınızın geneliyle ilgili olarak anafikri değiştirmese de, düzeltmenizin daha doğru olacağını düşündüğüm için paylaşıyorum.

    Selamlar.

    1. Mustafa avatarı

      822 litre/kg ile 822 m3/ton arasındaki fark ne?

  26. giybetci avatarı
    giybetci

    ne kadar insan ne kadar yiyecek su lazım yazılarını buldukça okurdum, rakamlar değişiyor, 20 milyar insan besler bu dünya diyen de var 10 milyardan sonrası zor diyen de. abd. tarzı bir yaşam ile dünya 1 milyar insanı çekmez, bu açık ama japonlar gibi yaşarsak 50 milyara kadar yolumuz var bence.
    sadece türkiye bile yılda 3 milyar tl değerinde ekmek israf ediliyor, devletin rakamı.
    yakıt olarak kullanılan o besinler güneş,enerjisiyle bizde kalacak.
    et için bu kadar hayvan yetiştirmek büyük israf. vegan olamasak da vejetaryanlıkta büyük fayda var.
    insanlar her şeyi yiyebilir, böcek dahil, bence büyükbaş hayvandan evladır, yayalım.

  27. mfelat avatarı

    mahsuru yoksa kullandığınız multivitaminin ismini verebilir misiniz?

    1. mserdark avatarı
      mserdark

      Eczanelerden bulabileceginiz siradan bir multivitamin. Ozel bir sey degil.

  28. Kemal avatarı
    Kemal

    Multivitaminler ve kanser ilişkisine ne demeli? Piyasa da bulunan tüm vitamin ve destekleyici ürünleri kullanan ve sonraki tetkiklerde kullanmadığı dönemle arada hiçbir Anlamlı fark bulunmayan bir deney var.ginseng resveratrol kap ilişkisi? Sizin için endişelenmeli miyim? http://www.doktormurat.net

  29. ordasaatkac avatarı

    Birkac gundur bloguma bu sayfadan ziyaretci geldigini gorunce merak ettim, geldim. Konu bocekse ben de o halde Japonya’dan (https://ordasaatkac.wordpress.com/2015/02/01/ciddiyetsiz-mini-belgesel-alternatif-japon-mutfagi/) ve Kambocya’dan (http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/186509/turkun-kambocyada-bocek-ve-surungenle-imtihani-aksam-yemegi) kendi deneyimlerimi paylasayim.

  30. abdullah4372 avatarı
    abdullah4372

    Yiyeceklerin hayvancılık ve tarım yüzünden azalması tamamen insanın suçu. İnsanlara yetmeyecek deniyor ya. Bu biraz düşündürücü. Çünkü (şüphe etmeden inanmamız gerektiğinden mütevellit) dini inançlarımız bu tür öngörülerle çelişiyor. Evet bir kıtlık döneminin olacağı söyleniyor ama dünya bunu kalıcı olarak aktarıyor. Şimdi mesela kıtlıktan sonrada bu dünyaya bolluk geleceği dini bir bilgi. Ve bu bolluktan kastedilen tarım hayvancılık ve onların ürünleri ve su. Şimdi İnsanlar bunu çökerterek geri dönülmez bir şey yapacak deniyor. Su kaynakları bitecek, tarım hayvancılık ölecek. Nesiller tükenecek filan. Peki dinimizce müjdelenen bu bolluk nasıl gelecek?

    Madem kaynaklar yok olacaksa bunların dediği gibi tekrar bolluk nasıl gelecek. Allah bu bolluğu tabiki de gerekli şeyleri dünyaya ekleyerek sağlayabilir. Ama Allah’ın iş yapma biçimi nam-ı diğer Sünnetullah; Direk buraya yoktan bir ekleme yapmadan, kendi koyduğu kurallara uygun gelişen bir bolluk beklentisi oluşturuyor bende. Çünkü o işleyiş öyledir. Diğer yandan da bilim insanları hiç bir şeyin yok olmadığını, dönüştüğünü söylüyor. Bu iki şeyde çelişmiyor.

    Buradan hareketle bence gelecekteki kıtlık yok olan kaynakların sebep olduğu bir kıtlık değil, yok olan üretimin sebep olduğu kıtlık olacak. Tıpkı mevsiminde hasat veren toprak gibi. Hasattan sonra boş kuru. Eğer kötü bakarsan uzun süreli bir verimsizlik olur. Yeniden iyi bakmaya başlayınca yeniden hasat başlar.

    Bence “adam akıllı” bir üretim geleneği ve son derece geliştirilmiş bir geri dönüşüm bu kıtlığa karşı koyar. Kaldı ki zaten dinen vaadedilen o kıtlık olur da, onun dışındakiler tedbire göre değişir. Hz. Yusuf’un döneminde Mısır’ın kıtlığı gibi.

Görüşlerinizi paylaşın: