Kuzey Carolina (Karolayna okunur) ABD’nin doğusunda bir eyalet. Kıtanın Avrupa tarafından keşfi sırasında İspanyollar tarafından 1567’de kurulmuş. ABD diye bir ülkenin kuruluşuyla sonuçlanacak bağımsızlık mücadelesinde İngiltere’ye karşı oluşturulan 13 bölgelik birliğin de ilk üyelerinden biri. Geliriniyse verimli (ve bol gelir getiren) tütün ve pamuk tarlalarına borçlu.
Tarımla biraz da olsa ilgili herkes bu iki ürün grubunun da ekim ve toplanma süresince ne denli emeğe muhtaç olduğunu bilir. Bugünün Türkiyesi’nde bile en büyük insan ve emek sömürüsü pamuk tarlalarında yaşanır. Batı’da sömürmek üzere işgal ettiği yeni toprakların kahrını Doğu’dan çaldığı zencilere çektirmeye kararlı Amerikalılar (daha doğrusu Avrupalı işgalciler), her gün Afrika’dan gemiler dolusu zenciyi kırbaç ve silah zoruyla, karın tokluğuna çalışmak için Yeni Dünya’ya taşır.
Hiçbir demokratik hakka sahip olmayan, insan bile sayılmayan ve Matrix’in pil insanları gibi sadece kas gücü olarak algılanan milyonlarca köle, kızgın güneş altında, pamuk tarlalarında, kuşaklar boyu çile çeker. 1808’de ülkeye gemilerle köle getirtmek yasaklanır ama bu da ülke içi köle ticaretini patlatır. 1860’ta köleliği sonlandırma hedefiyle seçime giren Abraham Lincoln Başkan olunca ülkeyi Kuzey ve Güney olarak ikiye bölen, 4 yıl süren ve 750 bini asker 1 milyon kişinin ölümüne yol açan Amerikan İç Savaşı patlak verir (o dönem Amerika nüfusu 31 milyon civarındaydı. Yani nüfusun kabaca yüzde 3’ünü bu iç savaşta heba olmuştur). 1864’te savaşın sona ermesiyle Meclis’te kabul edilen bir yasayla ülkede kölelik son bulur, mevcut köleler serbest bırakılır.
Ama bu sorunların sadece bir kısmıdır…
Düne kadar bir at kadar bile değeri olmayan zenciler artık vatandaştır. Ama zihinlerin bunu kabullenmesi kolay olmayacaktır. Hayat bir anda beyazlar ve siyahlar için beyaz ve siyah kadar net çizgilerle ayrılır. Siyahların tuvaletleri, otobüsleri, oturabilecekleri yerler, okuyabilecekleri okullar; kısacası her şeyleri farklıdır. Dahası, lütfettikleri kadarını bile onlara çok gören ırkçı beyazlar, kurdukları yasadışı Klu Klux Klan adlı örgütle geceleri evlerini basarak kaçırdığı zencileri diri diri yakar, asar ve linç eder.
Bir mıh bir nal, bir nal bir at…
Kuzey Carolina’da yaşayan Ezell Blair, 1 Şubat 1960 Pazartesi günü karnını doyurmak için diğer 3 arkadaşıyla girdiği restoranda ülkenin ve siyahların tarihinde kilometre taşına dönüşecek bir olayı başlatacağından haberdar değildi. A&T adlı siyahlara özel bir üniversitede okuyan bu 4 arkadaş, tam sipariş verecekken garson o günler için hiç garip olmayan cümleyi söyledi: Zenciler burada oturamaz!
Zenciler için restoranın arka köşesinde başka bir yer ayrılmıştı. Ama Ezell Blair’in kalkmaya niyeti yoktu. Hiç hesapta olmayan bir inat başlamıştı. Saat 17:30’a geldiğinde Blair ve arkadaşları kendilerine servis yapılmamasına rağmen restoranda oturmaya devam ediyordu. Mekanın sahibi ön kapıyı kilitledi. Yan kapıdan çıkarken Blair ‘olayı’ duyup gelen yerel gazete muhabirine ertesi gün üniversiteden arkadaşlarıyla gelip yeniden aynı yere oturacaklarını söyledi.
Dediğini de yaptı…
Ertesi gün 27 erkek ve 4 kız arkadaşıyla restoranda beyazlara ait koltuklarda yerlerini almışlardı. Erkekler takım elbise, kızlarsa şık elbiseler giymişti. Okul kitaplarını açıp ödevlerini yapmaya başladılar. 3. gün civardaki zenci lisesinden bir başka grup onlara katıldı ve sayıları 80 kişiye ulaştı. Dördüncü gün olayı duyup gelen civardaki zenci üniversiteli kızlarla birlikte sayıları 300‘e dayanmıştı. Cuma günü; yani beşinci günde 600 kişi oldular. Artık sokağa taşmışlardı. Aynı günün akşamı ‘esas kuvvet’ olarak A&T Üniversitesi’nin futbol takımı, amigoları ve taraftarları geldi. Çılgın, coşkulu bir destekle karşılandı.
Olay yerel gazeteler sayesinde civarda da ses getirmeye başlamıştı. Pazar günü kilometrelerce ötedeki şehirlerden Ezell Blair’in eylemine destek için siyah ve beyazlardan oluşan gruplar şehre akın etmeye başladı. Ve bir anda protesto eylemi Kuzey Carolina sınırlarını aşarak bir salgın hastalık misali civardaki eyaletlere sıçradı. Siyahlar birçok şehirde beyazlara ait mekanlara giderek oturma eylemi yapıyorlardı.
Huzuru bozdukları ve halkı ayaklanmaya teşvik ettikleri gibi gerekçelerle binlerce kişi tutuklanmış, çok daha fazlası gözaltına alınmıştı. Ama bu ‘tedbirler’ hiçbir işe yaramıyor; aksine etkiyi büyütüyor, yayıyordu. Amerikan tarihinin en büyük halk ayaklanmasını tam olarak halk olmaya hak kazanamamış bir kitle yürütüyordu. Üstelik bir lideri olmadan!
Korkudan beslenen güç
Hiçbir pratiği olmayan insanlar korku, endişe ama azimle şiddetten uzak bir eylem sürdürüyordu. Kısa bir süre sonra beklenen oldu ve karşı şiddet başladı. Polisin sertliği sökmeyince milliyetçi kesimden oluşan yerel gruplar kendi tavırlarını koymaya başladı. Hatta eylemlerden birine KKK yöneticilerinden biri gelerek bombalama tehdidinde bulundu.
Direnişin lideri olduğuna kanaat getirilenler esrarengiz şekillerde öldürülüyordu. Siyahlara ait kiliseler, okullar ve evler yakılıyordu. Birçok ev bilinmeyen kişiler tarafından bombalarla havaya uçurulmuştu. Gönüllüler her şehirde polis tarafından dövülüyor ve gözaltına alınıyordu. Mekan sahipleri siyahlara zorluk çıkarıyor, kovuyor hatta kimi zaman tartaklıyordu.
Hikayenin sonunda hangi tarafın kazandığını sanıyorum tahmin ediyorsunuz.
Yıllar sonra kendisiyle yapılan bir röportajda Ezell Blair, ilhamını Gandhi’nin pasif direniş ve sivil itaatsizliğinden aldığını söyler. Beyazlarla siyahların istediği her yerde özgürce oturabilmesini sağlayacak bu hareketin tesadüfi lideri Blair, şehrinde aldığı tehditlerden usanarak 1968’de taşınır, müslüman olur ve Jibreel Khazan adını alır.
Bugün sebebini sorgulamanın bile garip, komik geldiği bu özgürlük işte burada çok kabaca özetlemeye çalıştığım çileli, kanlı bir mücadelenin eseridir.
Hiç de yabancı gelmeyen bu öykü ve devamında olanlar tatilde tekrar hazmetme fırsatı bulduğum Simyacı’nın bir cümlesini hatırlattı:
Bir hayali imkansız hale getiren tek bir şey vardır: başarısız olma korkusu.
[box]NOT: Olası yanlış anlamalara karşı yazının içinde siyah ve zenci olarak geçen terimlere bir açıklık getirmekte fayda var. Zenci terimi köken olarak Arapça siyah anlamına gelen ‘zenc’ kelimesinden türüyor. Yani zenci dediğimiz şeyin en Türkçe hali ‘siyahi’ (ya da siyah). Dolayısıyla zenci kelimesinin ABD’de lanetlenen, hakaret (hatta kimi durumlarda suç) sayılan ‘negro’ ya da ‘nigga’ gibi kelimelerle bir bağlantısı yok. Zaten Anadolu kültüründe de böyle bir ayrımı, hakareti, aşağılamayı gerektirecek bir tarih yok. Gereksiz hasassiyetlerden kaçınalım. Mevcutlar hepimize bir ömür yeter…[/box]
Görüşlerinizi paylaşın: